Düştüm bir ana rahmine,
Karanlık, sıcak ve tarifsiz.
Zamanın orada hükmü yok,
Kalp atışlarımdan başka ses de.
Ve ben, henüz ben değilken,
Sessizliğin içinde büyüdüm.
Sonra bir çığlıkla geldim dünyaya,
Soluğumda ilk korku,
Tenimde ilk ürperti,
Annemin gözlerinde tanımsız bir merhamet.
Dünya soğuktu, kalabalıktı ve genişti,
Ben küçük, ürkek ve aç.
İlk adımlarım düştü yere,
Toprak beni kucakladı,
Gökyüzü maviye büründü gözlerimde.
Taşların soğukluğunu,
Rüzgârın şarkısını öğrendim.
Dizlerimi yaraladım,
Oyunlar oynadım,
Güneşin altında çocuk oldum.
Sonra büyüdüm usulca,
Ellerim kalem tuttu,
Kelimeler dizildi ardı ardına,
Bilmek, anlamak istedim,
Zamanın içinde kendime yer aradım.
Gözlerim uzaklara bakmayı öğrendi,
Gölgeler uzadı içimde.
Aşka düştüm bir gün,
Ellerim titredi,
Gözlerim başka birine güldü.
İnsan, insana dönüştü içimde.
Bir sesin peşinde yandım,
Bir dokunuşun içinde kayboldum.
Ve öğrendim ki sevda,
Hem yara hem şifa.
Günler geçti, yollar yürüdüm,
Kazandım, kaybettim,
Düştüm, kalktım.
Yüzümde yılların izleri,
Sözlerimde hayatın ağırlığı.
Beni ben yapan her şey,
Bana yük mü, yoksa miras mı, bilemedim.
Ve bir gün, son nefesi üfleyeceğim göğe,
Bir sabah ya da gece vakti,
Zaman beni de alıp götürecek.
Dünya dönecek, rüzgâr esecek,
Ve bir çocuk doğacak,
İlk çığlığıyla devralacak benden hayatı.
Ben belki bir hatırada yaşayacağım,
Belki rüzgârın uğultusunda,
Ya da hiç olmayacağım.
Ama insan,
Doğacak, büyüyecek, sevecek,
Yanacak, düşecek, kalkacak,
Ve sonunda yine göğe bakacak.
Bilinmez bir sonsuzluğa doğru,
Sessizce yürüyüp gidecek.
Bir yanıt yazın