Kategori: Uncategorized

  • Vesselam

    Sığındım sessizliğin gölgesine.
    Öyle yakıcı ki gerçekler,
    Kendi bahçemde kurumuş çiçekler,
    Susmak alev topu yüreğimde,
    Yok söndürecek kelimeler.
    Halbuki yağmalı,
    Sicim gibi, yağmur gibi
    Gözyaşları.
    Karışmadan toprağa,
    Akıp gitmeden,
    Bulaşmadan çamurlara,
    Dile gelmeli tüm gerçekler.
    Söndürmeli, korlaşmış ateşten,
    O yakan tutuşturan
    Düşünceleri.
    Hüzün oldu, hasret oldu,
    Bana yazılmayan her an,
    Mış gibi yapmadan,
    Yarınsızlara borçlanmadan,
    Basmalı o son notaya.
    Sessizliğim, kördüğümdür yarınlara.
    Çıkmasa da sesim,
    Yankılansın sessizlerin,
    Yalansız dolansız Dünyasında.
    Kırgınlığım yok,
    Yok küskünlüğüm.
    Silik, buğulu nefesim, siyah camda.
    Sızılarım birikmiş hepsi yanımda.
    Sisin ağırlığı çökmüş gözlerimde,
    Feryadım duyulmuyor, ne sağda ne solda.
    Öğrendim artık!
    Hangi taş, hangi demir, hangi ağaç,
    Uzanacak sonsuzluğa.
    Hepsi boş, hepsi…
    Ya pas tutacak, ya da toz olacak,
    Rüzgarlara kanmadan, kapılmadan,
    Ne kadar eserse essin,
    Hatta kökünden koparsa da,
    Yalnız yürümeli insan,
    Tek kişilik bu yolda.

    Zaten değil mi en güzel olanı da,
    İmkansızlığın kalemsiz yazıldığı,
    O son sayfada,
    Varsa; helallik alınacak,
    Dost, arkadaş,
    Tanıdık, yoldaş,
    Bilmesem de cevapları,
    Tamamdır benden yana.
    Hesabı, kitabı bırakıp arkada,
    Bütün bir ömrü,
    Sığdırmak tek bir satıra.
    Virgülsüz, noktasız,
    Öylesine düz, öylesine yalın,
    Miras bırakmak bu sahte dünyaya.
    Ne mutlu, duyulursa
    Anılarda, hatıralarda,
    Vesselam,
    Hoş bir seda…

  • Kavuşmak

    Kavuşmak…
    Bir sıla hasretiyle,
    Yürekler yorgun atarken,
    Yolların bayırı, çukuru,
    Dikenli otlar gibi batarken,
    Çıplak ayaklarda nasırdan tabanlar,
    Bir deli aşık gibi,
    Hedefsiz yollara vururken,
    Bittiğini göremeden,
    Hasret ve huzurla gözleri kapatmak.

    Kavuşmak…
    Bir deli rüzgarın savurduğu,
    Yaprağın sarhoşluğunda,
    Uzaklardan kalkmış gelen,
    Kıskanç dalgaların sabırsızlığında,
    Tane tane yüreğime vuran,
    Gözyaşlarımdan daha dost,
    Yağmurun ıslaklığında,
    Beyhude kavgaların verdiği,
    Acı ve huzur dolu,
    Yanmaların kucağında,
    Sahilin kumlarında silinen,
    Yazılarda kaybolmak.

    Kavuşmak…
    Salaş iskelenin ucundaki,
    Kayığın kördüğüm bağında,
    Umutla harmanlanmış,
    Duaların çıktığı dudaklarda,
    Yorgun, sessiz, sıcak nefesin buğusunda,
    Hayatla kavganın onurlu telaşında,
    Anlamaya çalışmadan hayatı,
    İsyanlarını bastırmak.

    Kavuşmak…
    Seherin, o vakur sakinliğinde,
    O sessiz, yalnız siyahın,
    Henüz çıkarmadığı aydınlıkta,
    Yavaş yavaş doğan günün,
    O sakin, o temiz ışığında,
    Siyahla beyazın kavgasında,
    Sıçrayan çamurların, lekelerin,
    Bıraktığı yaralarla vedalaşıp,
    Doğan güneşle arınmak.

    Kavuşmak…
    Eskide kalmış sınavların telaşında,
    Yıllar geçtikçe, biriken soruların ağırlığında,
    Seçenekleri olmayan,
    Ya hep, ya hiç cevaplarda,
    Bir içimlik çayla,
    Bir sıkımlık canın aralığında,
    Demini almış yürekle,
    Ruhu Hakk’a uğurlamak.

  • Öyle Zamanlar

    Giyilmişse aşka keder,
    Değmişse masumiyete kem göz,
    Geçilmişse yardan, serden,
    Düşmüşse yollara küskün beden,
    Çöldeki mecnun misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Kokusuz çiçekler,
    Köksüz fidanlar,
    Bulutsuz gökyüzü,
    Yağmursuz sonbahar
    Susuz kalmış topraklar,
    Kurumuş kalp misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Sönmüşse ayazda sobalar,
    Kurulmuşsa azıksız, katıksız sofralar,
    Haramlar helal, helaller haram,
    Haramilere isyan misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Galebe çalmışsa cehalet akla,
    Olmuşsa ayaklar baş, başlar ayak,
    Kutsanmışsa mal, mülk, para,
    Yağma, talan, kayırma kol kola,
    Edepsizlik baş tacı yapılmışsa,
    Görmeyen göz misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Görülmüşse şefkate zulüm,
    Çekilmişse ipi masumiyetin,
    Hayasızca, ahlaksızca,
    Atılırken iftiralar bir cana,
    Dostlar, arkadaşlar susmuşsa,
    Bürünmüşse vicdanlar karalara,
    Ölüm duadır böylesi yalana,
    Yaşama isyan misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Bitmişse gidilecek yol,
    Ne yakın, ne de uzak.
    Tükenmişse alınacak nefes,
    Çekilmişse arkadaşlar, dostlar, el ayak,
    Ne bir arayan, ne de bir soran,
    Kefen giymiş can misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

  • Su Gibi

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Hiç bir zaman durma.
    Nefesine, buhurdan tut güllerden.
    Saf ve berrak akıt sözlerini,
    Duyanlar geçsin kendinden.
    Huzur ver sesinle,
    Sakınsınlar seni,
    Nazarlardan, kem gözlerden.
    Sesini dinlet sevdiklerine,
    Ama samimi, ama içten.
    Duyduklarında, bilsinler seni.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Yılma hiç bir engelde.
    Ne atılan taşlardan,
    Ne bed sözlerden,
    Ne de kıran zanlardan.
    Dolan etraflarından,
    Yol bul kendine.
    Akacak bir yatak bul.
    Ama sakin, ama serin.
    Akarken, duysunlar seni.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Atılsa da çamurlar üstüne,
    Ağır ağır çökert içinde.
    Kapanmaz yara açılsa da yüreğinde,
    Ama saf, ama temiz,
    Sabret, duru kal şefkatinle.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Seninle kansınlar susuzlukta.
    Hayat bulsunlar,
    Çorak, kurumuş yaşamlarında.
    Saflığı, temizliği görsünler,
    Kararmış dünyalarında.
    Huzur bulsunlar.
    Ama candan, ama yürekten,
    Selamını her aldıklarında.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Yeşert bütün ümitleri.
    Can bulsunlar,
    Damla damla, besle özlemleri.
    Bitir aşıkların hasretlerini,
    Kavuştur, kavuşamayan elleri.
    Ama berrak, ama coşkulu,
    Sevgiyle, can suyu ol yarınlara.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Nefreti, öfkeyi, kat sel suyuna.
    Taşlaşmış yürekleri yıka yıka,
    Sevgiye, tutkuya vurulan
    Bentleri aşa aşa.
    Çağlayarak taşı bütün umutları,
    Dolu dolu taşarcasına.

  • Beni Soracaksan

    Beni soracaksan, kulpsuz kapılara sor.
    Boyası dökük,
    Gevşek vidalı,
    Menteşesi kopmuş,
    Bozuk kilitli, gıcırtılı,
    Tam kapanmayan,
    Boşluklarından soğuk rüzgar kaçıran
    kapılara.

    Beni soracaksan, penceresi, damı olmayan evlere sor.
    Kiremitleri eksik, çökmüş tavanı,
    Her yağmurda akan.
    Kapı çerçeve kırık,
    Lambaları yanmayan.
    Muslukları paslı, yıkık duvarlı,
    Evsize, barksıza,
    Üç beş bahtsıza,
    Ocak diye sığınak olan
    evlere.

    Beni soracaksan, yaprağı sararmış ağaçlara sor.
    Dalları sarkmış, kırılmış,

    Gövdesi kurumuş.
    Kökleri susuz,
    Aşı tutmayan.
    Esen yele zayıf,
    Yıkıldı yıkılacak
    ağaçlara.

    Beni soracaksan, fırtınayla savrulan dalgalara sor.
    Rastgele sahillere atan,
    Sahipsiz kayıkları batıran,
    Halatları kopmuş kaderime çarpan,
    Bir sağımdan bir solumdan vuran,
    Yorgunluktan bitkin bedenimi donduran,
    dalgalara.

    Beni soracaksan, suya hasret toprağa sor.
    Başaklarını özleyen tohumlara,
    Fidanına aşık yapraklara,
    Susuz da kalsa kucak açan,
    Beni saran sarmalayan,
    Biricik yârim olan
    toprağa.

    Beni soracaksan, mürekkebi tükenmiş kaleme sor.
    Belli belirsiz yazmaya çalışan,
    Hayatın sayfalarından taşıran,
    Noktası virgülü eksik,
    Hecelerime yetersiz,
    Satır yazamayan,
    Paragraf başı yapamayan,
    Beyaza mahkûm, siyaha aşık
    kaleme.

    Beni soracaksan, mezar taşlarına sor.
    Kitabesi kayıp,
    Mermeri kırık,
    Toprağı çiçeksiz,
    Yasin’i okunmayan, sahipsiz
    mezar taşlarına..

  • Matruşkadan Bedenler

    Dünya terzihanedir.
    Herkes sıraya girer.
    Ama küçük, ama büyük,
    Ölçüsünü veren gider. 
    Ölçüsüne, ölçüsüzlükleri sığdıran
    Büyük bedenler,
    Dar Dünyasında sıkışmış yüreğiyle bekler.

    Dünya terzihanedir.
    Ölçüsüne dikkat edenler,
    Ölçüsüzlüklere set çeker.
    Ölçüsünü kaçıranlar,
    Vicdan, merhamet, kul hakkı hak getire,
    Dikiş attıran, nefret tohumu eker.

    Dünya terzihanedir.
    İnsan-ı Kamil olanlara,
    Bir kuru lokma, bir hırka,
    Dikişe gerek yok,
    İpliksiz, kumaşsız,
    Bir kuru döşek, toprak yeter.

    Dünya terzihanedir.
    İnsan korkularıyla sınanır.
    Sınanan,
    Sevdikleri değildir.
    Korkularına,
    Sebep olanlar elindedir.
    Yüreğine,
    Çentik attıran sevdikleridir.

    Dünya terzihanedir.
    Herkes kendisinin terzisidir.
    Soylusu, soysuzu, hırlısı, hırsızı,
    Adamı, delikanlısı, merdi, civanı.
    Doğarken seçilir kumaşı,
    Yeter ki kesmesini bil makası.
    Nicesinin defolu ölçülmüştür bedenleri.
    Kaderleri;
    İyilik, merhamet, sevgi misali,
    Kördüğüm olmuş iplerin zordur açılması.
    İz bırakan, dikiş tutturamayan,
    Yamak olmadan terziliğe soyunan,
    İplik görmemiş, ucu kırık iğnelerdir.

    Dünya terzihanedir.
    Hüzün, keder, öfke,
    Sevgi, mutluluk, neşe
    İç içedir.
    Her insan için ölçülmüş dikilmiştir.
    Uyar ya da uymaz!
    İnsan yaşadıkça sınandıkça,
    Ama renkli, ama solgun,
    Ama yüreği bol, ama ruhu dar,
    Ama kaftanı, ama kefeni,
    İster kadife ister patiska kumaşı,
    Elbette ki sarar günün sonunda,
    Gelip geçenleri, yitip gidecekleri,
    Yakışıp, yakışmadığını bilmeden bu hayata,
    Maskeleriyle kalanlar baş başa,
    Matruşkadan bedenlerdir.

  • Eski Mahallenin Çocukları – Balat’lı Ali’ye –

    Balat’ın cumbalı evleri altında,

    Zamanın unuttuğu taş sokaklarda,

    Koştururduk top peşinde,

    Dizlerimizde yara, gözlerimizde gülüş.

    Hatırlar mısın, iri yarıydık seninle.

    Ama en çok yüreğimiz büyüktü,

    Misketlere renk veren çocuklardık,

    Hayalin mavisini serpmişiz hayata.

    Bir köşe başında anneler seslenirdi,

    “Akşam oldu, artık gelin!”

    Ama biz, turuncusunda gün batımının,

    Son topa, son gülüşe direnir,

    İnat ederek, gecenin sessizliğine,

    Ay ışığında da oynardık hayallerimizle.

    İmam Hatip’in bahçesinden

    Tahta aşırıp, yokuşlarda kayarken,

    Kış gecelerinin soğuğunda,

    Tek şey dostluğumuzdu, içimizi ısıtan. 

    Hiç kız arkadaşımız olmadı,

    Sevgiyi birbirimize anlattık biz,

    Dertlerimizi gözlerimizden okuyarak, sessizce büyüttük.

    Ve bazen bir çınar ağacının gölgesinde

    Yorgunluğumuzu sırt sırta verip unuturduk,

    Dünyanın yükü omuzlarımıza binmeden önce,

    Çocuk kalmanın ne güzel şey olduğunu, bilir miydik o zamanlar?

    Bilmez miydik!

    Akşamlar Yeşilova kıraathanesinde,

    Bilardo toplarında dönerdi zaman,

    Tavla zarında umutlar,

    Kâğıtlarda, belki de yazılmamış hikayeler.

    Hayatın kavgası bastırınca ayrı yollara düştük,

    Ama rüzgâr hangi yandan esse, kökümüz aynı topraktı bizim.

    Gecenin sessizliğinde bazen, aynı yıldızlara bakıp düşünürdük,

    “Acaba yarın hangi yol bizi çağırır?”

    Ve bilirdik,

    Hangi yoldan geçsek de,

    Varacağımız liman yine o eski dostluk.

    Sonra…

    1986 İstanbul’dan çıktık yola,

    Efe rüzgârı gibi Akdeniz kıyılarına,

    Çanakkale’nin serin sabahlarına,

    Trakya’nın uçsuz bucaksız gecelerine.

    Bisküviyle yaptık kahvaltılarımızı,

    Çadır yırtıldı Gıdı Mehmet dikiş tutturamadı,

    Ama dostluğumuzun kumaşı hiç yırtılmadı.

    Akçakoca’nın dalgaları gibi

    Parayı denkleştirip ödedik, o kaçtığımız kampı.

    Vicdanımız tertemiz, gülüşlerimiz kadar berrak.

    Bir sabah Ayvalık’ta güneşle uyandık,

    Bir akşam Fethiye’de yıldızlara daldık,

    Her rüzgârda saçlarımızda aynı şarkı,

    “Biz buradayız, dostuz, sonsuza dek.”

    Ve unutur muyuz Kamburun yerini,

    O eski tahta masalarda, birer kadeh rakı gibi demleniriz hatıralarda,

    Göz göze gelince susar, sonra bir kahkaha patlatırız,

    Eskiden kalma yaramaz çocuklar gibi.

    Balık kokusu, limon dilimi,

    Ve o bahçede asılı kalan,

    Bir ömrün en güzel günleri…

    Garson Kambur abi hâlâ bilir bizi,

    “Hoş geldiniz çocuklar” der,

    Oysa artık hepimiz kırlaşmışız,

    Ama onun gözünde hâlâ

    Yokuşlardan kayan o çocuklarız.

    Bir tabakta beyaz peynir,

    Bir avuç kalamata zeytini,

    Masada önce sessizlik, sonra içli bir türkü,

    Biri başlar:

    “Ah be kardeşim, ne günlerdi…”

    Diğeri tamamlar:

    “Bir daha mı gelir o günler geri?”

    Ve o an,

    Zaman Kamburun masasında donar,

    Dalgalar duvarları döverken

    Biz hâlâ Balat’ın çocukları oluruz yeniden.

    Hâlâ gider, hâlâ otururuz,

    Her yudumda geçmişi içeriz,

    Her gidişimizde dostluğu tazeleriz.

    Takoz İbrahim, Gıdı Mehmet,

    Karagümük’lü Hüseyin, Erkek İbrahim,

    Deli Ali, Önder…

    Biz altı çocuk, altı adam,

    Zamanın elinden tutarak büyüdük.

    Hayat savurdu belki herkesi,

    Ama biz, aynı dalda sallanan,

    Aynı rüzgâra direnen,

    Sevgiyle, sadakatle, tutkuyla

    Kardeş kalan, yapraklar olduk.

    Birlikte kuruduğumuz ateşlerin

    Küllerini hâlâ saklarız içimizde,

    Ne zaman bir araya gelsek,

    O ateş yeniden yanar gözlerimizde.

    Şimdi hâlâ o kahvelerde buluşuruz,

    Eskileri ararız çayın dumanında,

    Yeniden çocuk oluruz her hatırada.

    Balat’ta kalan sesler gibi

    Sokaklara karışır gülüşlerimiz.

    Biliriz ki,

    Bazı dostluklar,

    Zamana değil,

    Kalbe yazılır.

    Ve biz hâlâ,

    Bir gün eksilmeden buluşmanın

    Dualarını taşırız içimizde,

    Bir dost elinin sıcaklığında

    Bütün geçmişi yeniden yaşar,

    Gözlerimizin derinliğinde

    O kayıp çocukları buluruz.

    Çünkü dostluk,

    Bir kez düştü mü gönül tahtına,

    Ne zaman söker, ne fırtına,

    Ancak hayatın son durağı,

    Çözer, o kördüğüm bağı.

  • Birlikte

    İzin verin, birlikte yürüyelim.
    Kirli, çamurlu yollarda,
    Soğuk, rüzgarlı havalarda,
    Birbirimize; çelme takmadan,
    İtip, kakmadan.
    Kurda, çakala, sırtlana,
    Hiç bir neferimizi kaptırmadan,
    Isırtmadan,
    Kol kola,
    Birlikte yürüyelim.

    İzin verin, birlikte koşalım.
    Birbirine çarparken kollarımız,
    Karışsın alın terlerimiz, emeklerimiz.
    Suya hasret dudaklarımızla,
    Tebessümleri uçururken,
    Birlikte koşalım.

    İzin verin, birlikte gülelim.
    Bayramları, düğünleri, halayları,
    Coşkuyla yapalım.
    Kahkahaları, gülüşleri,
    Dipsiz kuyulardan gelir gibi,
    Derinden candan, öylesine içten
    Atalım,
    Birlikte gülelim.

    İzin verin, birlikte ağlayalım.
    Omuzlarımızı ayırmadan,
    Her yaslandığımızda, benim diyerek;
    Derdi, tasayı, üzüntüyü ayrıştırmadan,
    Bizim diyerek;
    Tüm insanlığımızla göz yaşı döküp,
    Birlikte ağlayalım.

    Tek yürek!
    Tek nefes!
    Tek vücut!
    Hep birlikte, biz olalım.

  • Bu Şehir

    Bu şehir bana iyi geliyor.
    Sabahın erkeni, henüz karanlığın
    Ağır ağır bastığı zamanda,
    Sokak lambalarının yanmadığı
    Zifiri karanlıkta,
    Hafif yağmurlu, çok da üşütmeyen
    Bir havada,
    Kendimi saldım sokaklara.

    Bu şehir bana iyi geliyor.
    Üzerimde babamın verdiği,
    Çok da hoşuma giden
    Siyah yağmurlukla,
    Adımlarım hızlı hızlı kaldırımları.
    Dalarken bazen düşüncelerime,
    Ağır, ağır ve kararlı,
    Geçerken bir bir önünden,
    Dükkanların hepsi kapalı.
    Yabancıymış gibi selamlayıp,
    Gülüyorum, camlardan yansıyan kendime.

    Bu şehir bana iyi geliyor.
    Biraz ilerde, benden çok daha önce,
    Uyanıp ta un çuvallarını taşıyan,
    Fırının kaçak çalışanları.
    Siyahın içinde parlıyor,
    Üzerlerinde un beyazı,
    Benim üzerimde siyah yağmurluk.
    Rahmet, ufaktan ufaktan ıslaklık üzerimde.
    Unun beyazı, ufaktan ufaktan kırağı sanki,
    İşçilerin bedeninde,
    Üşütmeyen, titretmeyen sokağın beşiğinde.

    Bu şehir bana iyi geliyor.
    Kafamda bin bir tilkinin kuyrukları,
    Her bir taşı,
    Üzerine basılmış kör aşık hayatı.
    Çıkarken;
    İnce ince işlenmiş,
    Bir ters, bir düz,
    Yokuşları.

    Bu şehir bana iyi geliyor.
    Atarken;
    Eskimiş gömleğimi,
    Sökük düğmeleriyle üzerimden,
    Soğuklara arkadaş,
    Omuzları geniş, beli dar yağmurlukla;
    Çoraplı sıkan,

    Çıplakken içi kadar özgür ayakkabımla,
    Adımlarımı.

    Bu şehir bana iyi geliyor.
    Gezerken;
    Bir uçtan bir uca,
    Balat’tan Galata’ya,
    Yosmanın çığlığı, ayyaşın narası,
    Raks ediyor; vapurlar, dalgalar, martılar,
    Tambur, ud, keman, karışık meze kulaklarıma.
    Eksik olan ney,
    Kimse bilmez, ruha üflenmiştir nefesi;
    Sahibi tek, yeryüzü halifesi,
    Her bir melodisi Adem’in sesi;
    Bulmak için arşınlarım,
    Terli terli,
    Asude sokakları…

  • Işık

    Işık hiç aydınlatmadı,
    Ne dünyayı, ne de hayatları.
    Olsaydı biraz,
    Ufak bir parçası
    Bunca karanlık, bunca siyahlık,
    Yaşamazdı, yaşanmazdı
    Yaşatılmazdı…

    Aldatmasın,
    Ne güneşin parlaklığı,
    Ne Ayın ziyası.
    Işık hiç aydınlatmadı,
    Ne aklı, ne de vicdanı,
    Olsaydı biraz,
    Ufak bir parçası,
    Bunca haksızlık, bunca ahlaksızlık,
    Yaşamazdı, yaşanmazdı,
    Yaşatılmazdı…

    Aldatmasın,
    Ne güneşin doğması,
    Ne ayın yansıması.
    Işık hiç aydınlatmadı,
    Sadece ve sadece,
    Görülmesini, görmemizi
    Sağladı.

    Işık aydınlatsaydı,
    Kararmış vicdanları, akılları,
    Siyah mı kalırdı,
    Dünyadan koparılan
    Hayatların karşılığı?