Kategori: Uncategorized

  • Vakit

    Vakti var, saati var…
    Toprağın
    Taşı karılmadan, otu atılmadan,
    Doğala özdeş sahtekarlıklar karıştırmadan,
    Emeğe, alın terine gözler kapanmadan,
    Can yoldaşı
    Kuzey yosunları ağaçların,
    Toprak kokan kucağında
    Uyanmadan, ıslak baharların
    Zamanı var, sırası var,
    Sürülmesine toprakların.

    Vakti var, saati var…
    Renkler
    Doğarken güneşin rahminde,
    Ab-ı Hayat sırtında bulutların,
    Düğün, dernek, halay başı damlaların,
    Dereler, nehirler,
    Döşeği olmuş yağmurların,
    Zamanı var, sırası var,
    Ekilmesine tohumların.

    Vakti var, saati var…
    Ağıtlar, feryatlar, gök sesli kara bulutların,
    Duyulmaz artık nicedir
    Yankıları.
    Bu topraklarda türkülerin, şarkıların,
    Isıtmaz artık nicedir
    Solukları.
    Üzengileri kopmuş,
    Nalınsız ayaklı, eğersiz atların,
    Zamanı var, sırası var,
    Kök salmasına fidanların.

    Vakti var, saati var…
    Sabır tenceresinde,
    Göz yaşlarıyla taş kaynatan anaların,
    Sigara kağıdına sarılmış,
    Tütün kokulu hayalleri babaların,
    Rüzgârsız, dalgasız denizlerde
    Sessizce giden, küreksiz sandallarda
    Bekleyen çocukların,
    Zamanı var, sırası var,
    Yeşermesine umutların.

    Vakti var, saati var…
    Bitmesine kavgaların,
    Susmasına çığlıkların,
    Sarılmasına kolların,
    Temizlenmesine ruhların.
    Zamanı var, sırası var,
    Gelecek elbet vakt-i merhun.

  • Arzuhal

    Kardeşlerim, Dostlarım,
    Haydi gelin birlik olalım!

    Atalım,

    Günah denizlerinde boğulsun,
    Kadınlarımızı, çocuklarımızı,
    Göstermeyen
    Savaşları.

    Yakalım,
    Elimizden alınan,
    Nazlı, sevdalı insanlığımıza,
    Pranga vuran, içimizdeki
    Sen ben
    Kavgalarını.

    Vuralım
    Zincirlere,
    Kör kuyulara gelesi,
    Susuz, bereketsiz, çorak,

    Nasipsiz mahsullerin yetiştiği,
    Toprak
    Kavgalarını.

    Eritelim
    Kor ateşlerde,
    Günahsız bebeklerin uykularına,
    Açmamış çiçeklerin tohumlarına
    Kasteden,

    Masum bedenlerin katillerini.

    Ya da gidelim
    Oz Büyücüsüne,
    Çıkarsın içimizdeki
    Şeytanı.

  • Denizce Öğüt

    Uzak dur sakin limanımdan.
    Kavgalarını bırak da gel kirli okyanuslarda.
    Sokulma sinsi sinsi,
    Sessiz gönül denizime.
    En azından, bırak çocuklar
    Mutlu olsun sevgi gemisinde.

    Taşıdığın küfür kıyamet yüklerini,
    Kabul etmez hiç bir vicdan Kaptanı,
    Yol bulamazsın kör pusulanla,
    Dümenin dönmez istesen de nefret yönüne,
    Ne iskele ne de sancak,
    Hiç bir yön göz kırpmaz sana.
    Öfke dalgalarında kaybolur,
    Batarsın masumiyet denizinde.
    Bırak, en azından çocuklar
    Mutlu olsun, sevgi gemisinde.

    Yitirirsin yönünü, kaybolursun.
    Fenerin söner, yıldızlar kararır karanlık gökyüzünde.
    Aydınlık olmaz sana ruhun körelmişse.
    Can yeleğin tutmaz elinden,
    Kabul etmez deniz.
    Can korkusuyla yüzsen de,
    Can yeleğin hak getire.
    Deniz sarar seni,
    İlahi adalet olur dalgalar.
    Çocuklar, bırak en azından
    Mutlu olsun, sevgi gemisinde.

    Vefayla ördüğüm halatları,
    Duygu yoksunları bağlayamaz.
    Kopar sanma urganı,
    Her bir sarımı, bin dostun
    Terleriyle karıldı.
    Bu bağları; fırtına, rüzgar hak getire, boranlar koparamaz.
    Bırak, çocuklar en azından
    Mutlu olsun, sevgi gemisinde.

    Ve Çocuk…
    Kirletmez yüreğini,
    Kirlense de eli yüzü,
    Hiç büyütmez öfkesini,
    Çünkü çocuktur kalbi.
    Hiç yitirmez masumiyetini,
    Su gibi temiz,
    Deniz gibi mavidir sevgisi.

  • Daha Sobelenmedim

    Ufak çocuk,

    Bir gün ağaca yüzünü kapadı.

    Ve başladı saymaya,

    Hayatla sobecilik oynamaya.

    Ağır ağır saydı rakamları,

    Her bir rakama bir yıl oyalandı.

    Sadece gözleri karanlıktaydı.

    Bilinmez olan yaşam ise,

    Arkasında.

    Arkası dönük,

    Gözleri kapalı,

    Karanlık olan ağacın kavuğuydu.

    Sadece saydı, saydı, saydı…

    Arkasından geçen zaman,

    Ona sobe diyene kadar,

    Hiç, ama hiç dönmedi.

    Bir kez olsun,

    Dönüp bakmadı.

    Denedi bazen,

    Bitireyim diye saymayı.

    Ya cesaret edemedi yüzleşmeye,

    Ya da hazır değildi,

    Gerçeklerin sobelemesine.

    Bir dünya kurmuştu,

    Küçük yaştan itibaren.

    Oyun oynuyordu hayatla,

    Ta ki,

    “Önüm, arkam, sağım, solum sobe…”

    Diyene,

    Ve gerçek oyunla,

    Yüzleşene kadar…

  • Kabullenmek

    Kabullenmek!
    Zor değil,
    Çıkmazlarda kaybolurken,
    Gidilecek yönü şaşırıp,
    Geri dönüşün çaresizliğinde,
    Tekrar ve tekrar, yeniden başa dönmek.

    Kabullenmek!
    Bildiğin halde tüm gerçeği,
    O adımı atmak varken,
    Nasıl bir saçma gururun girdabında,
    Kaybolduğunu hissetmene rağmen,
    Bekleneni söylememek.

    Kabullenmek!
    Hiçbir zaman galibi olamayacak,
    O sonsuz gücün karşısında,
    Egonun beyhude boşluğunu,
    Biraz hüzün, biraz acıyla,
    Derinlerde bir yerlerde,
    Pişmanlık dolu hayata, ağıt yakarak,
    Ah ile vah ile, çaresizce anlamak.

    Kabullenmek!
    Ne çıkarken yola,
    Dönüp bakmadan arkana,
    Ne de ayak basmadan,
    Yoluna çıkarılan taşlara,
    Varsın olsun, dövülür demir tavında,
    Atabilmeli; kirli sesi, küskün sözü, kulak arkasına.

    Kabullenmek!
    Başlarken hikayeni anlatmaya,
    Şaşırmadan dinleyenlerin çokluğuna,
    Doğrularla yanlışların dürüst,
    Ve bir o kadar cesur toplamında,
    Son paragrafta yalnız kalsan da,
    Yine de dinletebilmektir seni sana.

    Kabullenmek!
    Çoklarla azların sayılamadığı zamanlarda,
    Sıvası dökülmüş, boyasız duvarların arkasında,
    Alınan her nefese şükrederek, bir gün daha,
    O sefil gevezeliklere, katlanarak yürümek.

    Kabullenmek!
    Payelerken, sahte ortamların beyliği uğruna kendini,
    Tembel ve isteksiz barış güvercini,
    Korkak ve tavizkar toplumun bireyi,
    Sahte ve sinsi dünyanın kirlenmişliği
    İçinde, yaşadığını bilmek.

    Kabullenmek!
    Nihayetinde,
    Yaşadığın ve yaşattığın,
    Toplam evetlerin ve hayırların,
    Ya da nedenlerin ve sonuçların,
    Çaresiz ve düşkün kararsızlığında,
    Her şeyin insana ve hayata,
    Ait olduğunu anlayarak,
    Devam etmek.

  • Vesselam

    Sığındım sessizliğin gölgesine.
    Öyle yakıcı ki gerçekler,
    Kendi bahçemde kurumuş çiçekler,
    Susmak alev topu yüreğimde,
    Yok söndürecek kelimeler.
    Halbuki yağmalı,
    Sicim gibi, yağmur gibi
    Gözyaşları.
    Karışmadan toprağa,
    Akıp gitmeden,
    Bulaşmadan çamurlara,
    Dile gelmeli tüm gerçekler.
    Söndürmeli, korlaşmış ateşten,
    O yakan tutuşturan
    Düşünceleri.
    Hüzün oldu, hasret oldu,
    Bana yazılmayan her an,
    Mış gibi yapmadan,
    Yarınsızlara borçlanmadan,
    Basmalı o son notaya.
    Sessizliğim, kördüğümdür yarınlara.
    Çıkmasa da sesim,
    Yankılansın sessizlerin,
    Yalansız dolansız Dünyasında.
    Kırgınlığım yok,
    Yok küskünlüğüm.
    Silik, buğulu nefesim, siyah camda.
    Sızılarım birikmiş hepsi yanımda.
    Sisin ağırlığı çökmüş gözlerimde,
    Feryadım duyulmuyor, ne sağda ne solda.
    Öğrendim artık!
    Hangi taş, hangi demir, hangi ağaç,
    Uzanacak sonsuzluğa.
    Hepsi boş, hepsi…
    Ya pas tutacak, ya da toz olacak,
    Rüzgarlara kanmadan, kapılmadan,
    Ne kadar eserse essin,
    Hatta kökünden koparsa da,
    Yalnız yürümeli insan,
    Tek kişilik bu yolda.

    Zaten değil mi en güzel olanı da,
    İmkansızlığın kalemsiz yazıldığı,
    O son sayfada,
    Varsa; helallik alınacak,
    Dost, arkadaş,
    Tanıdık, yoldaş,
    Bilmesem de cevapları,
    Tamamdır benden yana.
    Hesabı, kitabı bırakıp arkada,
    Bütün bir ömrü,
    Sığdırmak tek bir satıra.
    Virgülsüz, noktasız,
    Öylesine düz, öylesine yalın,
    Miras bırakmak bu sahte dünyaya.
    Ne mutlu, duyulursa
    Anılarda, hatıralarda,
    Vesselam,
    Hoş bir seda…

  • Kavuşmak

    Kavuşmak…
    Bir sıla hasretiyle,
    Yürekler yorgun atarken,
    Yolların bayırı, çukuru,
    Dikenli otlar gibi batarken,
    Çıplak ayaklarda nasırdan tabanlar,
    Bir deli aşık gibi,
    Hedefsiz yollara vururken,
    Bittiğini göremeden,
    Hasret ve huzurla gözleri kapatmak.

    Kavuşmak…
    Bir deli rüzgarın savurduğu,
    Yaprağın sarhoşluğunda,
    Uzaklardan kalkmış gelen,
    Kıskanç dalgaların sabırsızlığında,
    Tane tane yüreğime vuran,
    Gözyaşlarımdan daha dost,
    Yağmurun ıslaklığında,
    Beyhude kavgaların verdiği,
    Acı ve huzur dolu,
    Yanmaların kucağında,
    Sahilin kumlarında silinen,
    Yazılarda kaybolmak.

    Kavuşmak…
    Salaş iskelenin ucundaki,
    Kayığın kördüğüm bağında,
    Umutla harmanlanmış,
    Duaların çıktığı dudaklarda,
    Yorgun, sessiz, sıcak nefesin buğusunda,
    Hayatla kavganın onurlu telaşında,
    Anlamaya çalışmadan hayatı,
    İsyanlarını bastırmak.

    Kavuşmak…
    Seherin, o vakur sakinliğinde,
    O sessiz, yalnız siyahın,
    Henüz çıkarmadığı aydınlıkta,
    Yavaş yavaş doğan günün,
    O sakin, o temiz ışığında,
    Siyahla beyazın kavgasında,
    Sıçrayan çamurların, lekelerin,
    Bıraktığı yaralarla vedalaşıp,
    Doğan güneşle arınmak.

    Kavuşmak…
    Eskide kalmış sınavların telaşında,
    Yıllar geçtikçe, biriken soruların ağırlığında,
    Seçenekleri olmayan,
    Ya hep, ya hiç cevaplarda,
    Bir içimlik çayla,
    Bir sıkımlık canın aralığında,
    Demini almış yürekle,
    Ruhu Hakk’a uğurlamak.

  • Öyle Zamanlar

    Giyilmişse aşka keder,
    Değmişse masumiyete kem göz,
    Geçilmişse yardan, serden,
    Düşmüşse yollara küskün beden,
    Çöldeki mecnun misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Kokusuz çiçekler,
    Köksüz fidanlar,
    Bulutsuz gökyüzü,
    Yağmursuz sonbahar
    Susuz kalmış topraklar,
    Kurumuş kalp misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Sönmüşse ayazda sobalar,
    Kurulmuşsa azıksız, katıksız sofralar,
    Haramlar helal, helaller haram,
    Haramilere isyan misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Galebe çalmışsa cehalet akla,
    Olmuşsa ayaklar baş, başlar ayak,
    Kutsanmışsa mal, mülk, para,
    Yağma, talan, kayırma kol kola,
    Edepsizlik baş tacı yapılmışsa,
    Görmeyen göz misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Görülmüşse şefkate zulüm,
    Çekilmişse ipi masumiyetin,
    Hayasızca, ahlaksızca,
    Atılırken iftiralar bir cana,
    Dostlar, arkadaşlar susmuşsa,
    Bürünmüşse vicdanlar karalara,
    Ölüm duadır böylesi yalana,
    Yaşama isyan misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

    Bitmişse gidilecek yol,
    Ne yakın, ne de uzak.
    Tükenmişse alınacak nefes,
    Çekilmişse arkadaşlar, dostlar, el ayak,
    Ne bir arayan, ne de bir soran,
    Kefen giymiş can misali,
    Böyle zamanlarda yalnız yürür insan.

  • Su Gibi

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Hiç bir zaman durma.
    Nefesine, buhurdan tut güllerden.
    Saf ve berrak akıt sözlerini,
    Duyanlar geçsin kendinden.
    Huzur ver sesinle,
    Sakınsınlar seni,
    Nazarlardan, kem gözlerden.
    Sesini dinlet sevdiklerine,
    Ama samimi, ama içten.
    Duyduklarında, bilsinler seni.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Yılma hiç bir engelde.
    Ne atılan taşlardan,
    Ne bed sözlerden,
    Ne de kıran zanlardan.
    Dolan etraflarından,
    Yol bul kendine.
    Akacak bir yatak bul.
    Ama sakin, ama serin.
    Akarken, duysunlar seni.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Atılsa da çamurlar üstüne,
    Ağır ağır çökert içinde.
    Kapanmaz yara açılsa da yüreğinde,
    Ama saf, ama temiz,
    Sabret, duru kal şefkatinle.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Seninle kansınlar susuzlukta.
    Hayat bulsunlar,
    Çorak, kurumuş yaşamlarında.
    Saflığı, temizliği görsünler,
    Kararmış dünyalarında.
    Huzur bulsunlar.
    Ama candan, ama yürekten,
    Selamını her aldıklarında.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Yeşert bütün ümitleri.
    Can bulsunlar,
    Damla damla, besle özlemleri.
    Bitir aşıkların hasretlerini,
    Kavuştur, kavuşamayan elleri.
    Ama berrak, ama coşkulu,
    Sevgiyle, can suyu ol yarınlara.

    Su gibi ol bu Dünyada.
    Nefreti, öfkeyi, kat sel suyuna.
    Taşlaşmış yürekleri yıka yıka,
    Sevgiye, tutkuya vurulan
    Bentleri aşa aşa.
    Çağlayarak taşı bütün umutları,
    Dolu dolu taşarcasına.

  • Beni Soracaksan

    Beni soracaksan, kulpsuz kapılara sor.
    Boyası dökük,
    Gevşek vidalı,
    Menteşesi kopmuş,
    Bozuk kilitli, gıcırtılı,
    Tam kapanmayan,
    Boşluklarından soğuk rüzgar kaçıran
    kapılara.

    Beni soracaksan, penceresi, damı olmayan evlere sor.
    Kiremitleri eksik, çökmüş tavanı,
    Her yağmurda akan.
    Kapı çerçeve kırık,
    Lambaları yanmayan.
    Muslukları paslı, yıkık duvarlı,
    Evsize, barksıza,
    Üç beş bahtsıza,
    Ocak diye sığınak olan
    evlere.

    Beni soracaksan, yaprağı sararmış ağaçlara sor.
    Dalları sarkmış, kırılmış,

    Gövdesi kurumuş.
    Kökleri susuz,
    Aşı tutmayan.
    Esen yele zayıf,
    Yıkıldı yıkılacak
    ağaçlara.

    Beni soracaksan, fırtınayla savrulan dalgalara sor.
    Rastgele sahillere atan,
    Sahipsiz kayıkları batıran,
    Halatları kopmuş kaderime çarpan,
    Bir sağımdan bir solumdan vuran,
    Yorgunluktan bitkin bedenimi donduran,
    dalgalara.

    Beni soracaksan, suya hasret toprağa sor.
    Başaklarını özleyen tohumlara,
    Fidanına aşık yapraklara,
    Susuz da kalsa kucak açan,
    Beni saran sarmalayan,
    Biricik yârim olan
    toprağa.

    Beni soracaksan, mürekkebi tükenmiş kaleme sor.
    Belli belirsiz yazmaya çalışan,
    Hayatın sayfalarından taşıran,
    Noktası virgülü eksik,
    Hecelerime yetersiz,
    Satır yazamayan,
    Paragraf başı yapamayan,
    Beyaza mahkûm, siyaha aşık
    kaleme.

    Beni soracaksan, mezar taşlarına sor.
    Kitabesi kayıp,
    Mermeri kırık,
    Toprağı çiçeksiz,
    Yasin’i okunmayan, sahipsiz
    mezar taşlarına..