Üçleme

Örtün gecenin üstünü, üşümesin gökyüzü.
Sarın yıldızları sımsıkı, titremesin ışıkları.
Soğuk ve ürkek, oturmuş bir dala
Cılız bedeni, iri gövdeli ağacın kolunda.
Sessizce sallanan, yapraklara bürünmüş
Gelip geçenler, gökyüzünün altında.
Yürüyenler, koşanlar, toprağın üstünde.
Yalnız ve sade, bir avuç umut tohumu
Serpilmiş havaya, sınırsız ve lekesiz hoyratça.
Düşmesini bekleyenler, düşlüyor merakla.
Nasıl bir fidan, nasıl bir can sunacak,
Bu köksüz, bu sözsüz hayata?

Hep öyle değil mi?
İki arada bir derede,
Bitmek bilmez gecelerde,
Bin bir türlü düşüncelerle,
Ha bugün ha yarın diye diye,
Geldi geçti işte,
Diye dökülürken dilimizden,
Bir kaç kelime.
Aslında vuran, gerçektir yüzümüze.
Getirirken bizi kendimize,
Hiçliğimizle alay edercesine,
Vicdana vurulan o ağır yükle,
Taşıması zor, içi boş yürekle,,
Adımlamak için kalırken nefes nefese,
Kalırız o şaşmaz gerçekle,
Aynasız, yalansız yüz yüze.
Kimisi yokluk, kimisi boşluk, kimisi sonsuzluk dese de,
Çaresizdir hasrete, özleme,
Geldiği zaman başa,
Ne gözyaşı, ne ağıt yetmez acısını dindirmeye.

Herkes bir şeyin kuklasıdır aslında.
Ya tutkularının, ya zayıflığının,
Ya ihtirasın, ya da
Utanmazlığının.
Perde olur, yüzümüze taktığımız maskeler.
Ve bizi oynatan ip ya da çubuklar,
Ellerimiz, kollarımız ve sözlerimiz,
Oynar da oynar.
İstekli ya da isteksiz,
Ama mahkum bir o kadar,
İtiraz eder,
Onurlu ve de haysiyetli yürekler.
Biz bu oyuna değiliz dahil.
O oyun acı, bir o kadar sakil.
Dik duruş, doğruluk, adamlık gerek ya da delikanlılık,
Ama bir o kadar da insanlık.
İnsan bir kuru yaprak misali.
Rüzgarlarla savruldukça savrulur,
Bilse varlığını koşturmaya kalmaz mecali.
Hep sonu aynı!
Hep bir boşluk, hep bir kırıntı.
Bu Dünya, bu hayat,
Değişmez sözdür, tamamlayamadı,
Ya da tam anlayamadı.
Hayatı, yaşamı, yaşatmayı ya da,
Amasızlığın, fakatsızlığın verdiği sonsuz hazzı.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir