Bir tohum düşer toprağa,
Muhtaç bir damla suya,
Belli bir zaman sonra,
Toprak taşar, ulaşır fidana.
Tıpkı, biten bir yolun sonunda,
Kalmış gölgeler gibi,
Bedenler, çıkmaz sokakta.
Haydi,
Gel gidelim,
Yazının olmadığı beyazlara,
Siyahın bilinmediği topraklara.
Uçmak sadece, olsun rüyalarda,
Kanatsız ama bir o kadar cesurca.
Yüksekler olsun köle;
Sürtmeyen, sürçmeyen,
Ayaklara, dillere,
Başlar dik, onurlu yüreklere.
Bilinmesin adımız.
Sözümüz gözlerimizde.
O da sadece,
Gözyaşlarımız döküldükçe,
Çamurlarda parlasın.
Okuyanlar körpe,
Yaşlı ruhlarıyla.
Bu toprakların cesur evlatları;
Ki onlar,
Toprağı kadar kadim
Ve Onlar yüzlerce, binlerce,
Kadim korkuların cellatları.
Ellerinde masumluğun,
Aşkların ve umutların kılıçları.
Yıldırımlara binmiş bedenler,
Henüz erkenden, vakitlice,
Bir sakin çığlık göklere yükselince,
Gelecekler;
Binlerce,
On binlerce,
Yüz binlerce.
Bir yanıt yazın