Öğüt

Ah o Güneş ve Ay tutulmaları.
Son tutulmalar hiç de iyi olmadı!
O büyük ve güzel gemilerimiz,
Sığ ve küçük limanlarımızda bağlı kaldı.
Bu kış kimse susmasa da,
Aslında çok az kar yağdı.
Rüzgarlara kayıtsız ve hoşgörüsüz,
Milyonlarca sorun tohumu yüzsüz,
Suyun yeşilden kardeşlerini yakanlar.
Yaktıkları;
Bir daha yeşermeyecek olan umutlardı.
Hayat, bu Dünyaya bırakılmış zaman kırıntısı.
Öylesine ürkek ve sahipsiz kelimelerin kalabalığı,
Düğünlerin kör ve sağır tanıkları,
Kıyılan nikahlar değil,
Kelimelere beden olmuş canlardı.
O huysuzluğun ve şımarıklığın kucağında,
Yitip gidenler uzaktan akraba hayatlar,

Ne denizler, ne toprak, ne de gökyüzünde bulutlar,
Hesabı sonraya kalanlardı.
Bu günahların yoktur yatağı,
Ne kapısı, ne damı, ne de yuvası.
Hepsi tek, hepsi bir,
Soysuzların ihtirasları.
Kavgaların en güzeli,
İnandığın gibi yaşarken,
Yaşatabilmektir farklılıkları.
Baktığın penceren farklı olsa da,
Farkında olmaktır,
Soluduğun aynı havayı.
Denizlerde milyonlarca balık,
Atılsa toprağa çıkar canı.
Kavgaların en onurlusu,
Kabul etmektir,
Kabullenmektir,
Her balığın su dolu kendi fanusu.
Kavgaların kardeşçesi;
Vururken kutsallara, değerlere,
Kalleşçe, düşüncesizce,
Anlamaktır,
Anlayabilmektir.
Aynı toprağın, aynı denizin;
Ardı var, arkası var, bürünecek bedenlere.
Cevabı bekleyen küçük soruyor:
O halde bu öfke, bu kavga niye?
İnsanlık emekleme devresinde,
“İkra”yla başlayan okuması,
Henüz ilk hecesinde.
Küçük öğrenecek büyüyünce,
Bir arada yaşayamayan farklılıkların,
Kimlerin değirmenine aslında,
Su taşıdıklarını.
Sırıtırken leş kargaları,
Yemeye hazır kıvama gelince,
Son pişmanlık fayda vermeyecek,
Her şey ve her şey,
Elden gidince…

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir