Bir soğuk gün – 1960’larda –
Bir kara tren,
Çalar düdüğünü, uzun ve tizden,
Erzurum’un ayazında, sabahında yürek üşüten,
Bavullara sığmayan düşler,
Dizlerinde uyuyan küçük bir çocuk,
Annemin kalbine, umutlarla dolmuş,
Ağır bir yük gibi düşer.
Babam, paltosunun yakasını kaldırmış,
Erzurum İstasyonu’ndan, İstanbul’a bakar,
Uzun rayları izler, sıra sıra dizilmiş düşüncelerle.
Rüzgâra, dumana karışan bir yurt, gözlerinde,
Ekmeğin terli ve kutsal ağırlığı omuzlarında,
Susturulmuş bir hasret taşır koca yüreğinde.
Tren, kara geceleri delerek akar, tünellerden köprülerden.
Rayların titreyen şarkısı, rüzgârın koynunda eserken,
Annemin dudaklarında sessiz dualara karışır.
Babam, hızla geçen ıssız istasyonlara,
Dalgın dalgın bakar pencereden.
Her durakta biraz daha uzaklaşır,
Cala’nın, Azurt’un dağlarından, çocukluğundan,
Abirnis Dağı’ndan, Maskur’un çayırından, Tortum’un çayından,
Gençliğinden, memleketinden.
İstanbul, her kilometrede biraz daha yaklaşır.
Bir vagonda sallanır ağabeyim, uykunun eşiğinde,
Rüya gibi bir yolculuk, kapanmış göz kapaklarında.
Annem elleriyle okşarken saçlarını,
Duyulur dudaklarında, yorgun bir ninni.
Ama gözleri trenin ucunda,
Beyazı maviyi boğan kara dumanında,
Bir endişe, bir bilinmezlik taşır,
Gelecek olan yeni hayata.
Gecenin koynundan sabaha varan tren,
Girer şehre, geçerek sislerin içinden,
Rayların sonu, başka bir hayat, bir yeni merhaba,
Bakarlar birbirlerine, tutarlar hayatı ellerinden.
Ve İstanbul…
Haydarpaşa Garı’nda ilk adımlar,
Valizlerin yorgun telaşı,
İnsan kalabalığının içinde,
Bir yere kök salma umudu.
Deniz kokusu gelir rüzgarla,
Babam, annem, ağabeyim gözlerinde bir ışıkla,
Sessizce bakarlar sevgiyle, umutla.
Binerler vapura Kadıköy İskelesi’nde,
İstanbul ayaklarının altında,
Titreyerek uzanır mavilikler içinde.
Martılar bağırır üstlerinde,
Dalgalar vapurun burnunda kırılır.
Gözlerini alan İstanbul güneşinin ışıkları arasında,
Boğazın emektar beyaz sakini, yavaşça Beşiktaş’a yanaşır.
Yeni bir şehir, yeni bir hayat.
Bilinmez kalabalık sokaklar, yeni düşler.
Ama annemin yüreğinde hep
Eski bir evin, çocukluğunun, gençliğinin sıcaklığı saklıdır.
Maçka’da bir sokakta,
Bakkal Bilal’in dükkanından süzülen ışık,
Salar geceye ilk ekmek kokularını.
Ahşap bir eve taşırlar yorgun valizlerini.
Sobanın üstünde kaynayan su,
Ağabeyimin iki yaşına sığan, o telaşlı merakı,
Bir gülüş gibi yerleşir duvarlara.
Ben bir sesim o duvarlarda yankılanan,
Bir bahar rüzgârı annemi gülümseten,
Babamın avucunda ufacık bir el.
İstanbul’un gürültüsüne,
Henüz alışmamış ninnilerle,
El bebek, gül bebek uyuyan bir hayal.
Ve sonra, merhabası kız kardeşimin,
Çoğalır sesimiz, Şenlik Dede’nin sokaklarında,
Annemi biraz daha büyüten gecelerde,
Büyürüz, babamın yorgun adımlarıyla.
Her sabah ahşap evin kapısına,
Çocuk gölgeleri düşer, uzamış sanki, biraz daha.
Zaman, usulca iner ahşap merdivenlerden,
Biz, biraz daha çocuk her basamakta,
İstanbul oluruz, biraz daha.
Şenlik Dede’de Safiye Teyze’nin,
Üç katlı cumbalı ahşap evinde, yeni düşlere taşınırız.
Ve sokaklar…
Bakkal Bilal’in dükkanından,
Şenlik Dede’nin kapısına uzanan yollar,
Çocuk ayak izleriyle dolar.
Okul yollarında ilk harflerimizi,
İlk oyunlarımızı,
İlk kayboluşlarımızı bırakırız.
İstanbul, çocuk seslerimizle
Dönüşür bir masala.
Çınlayan kahkahalarımız; sokaklarda,
Eski ahşap evlerin duvarlarında,
Bizi hatırlayan arkadaş olur.
Ve biz büyüdükçe,
Geride kalır kara trenin rayları.
Ama Erzurum’un soğuk sabahı,
O ilk umut, babamın cebinde sakladığı,
Ve annemin yorgun elleri,
Bizimle yürür, İstanbul’un her köşesinde.
Sonra zaman aldı bizi,
Ellerimizde büyüttüğü o küçük çocukları.
Her birimiz farklı sokaklara yürüdük,
Farklı düşlerin peşine düştük,
Ama her yol bizi yine aynı eve çıkardı.
Ağabeyim genç bir adam oldu önce,
Sırtında babamın emeği,
Yüreğinde annemin duası,
Hayatın taşlı yollarında yürüdü usulca.
Ben ise, gözlerimde İstanbul’un ışığı,
Bir kalem gibi kazıdım hayatı,
Kendi sesimi ekledim, şehrin gürültüsüne.
Kız kardeşim,
Gözlerinde baharın tazeliğiyle,
Kendi yolunu ördü ince ince.
Evlendik,
Kendi yuvalarımızı kurduk,
Ama hiçbir zaman yalnız olmadık.
Birlikte büyüyen köklerimiz,
Ayrı dallara uzansa da,
Aynı gökyüzüne bakıyorduk her gece.
Babamızın sessiz dirayeti,
Annemizin dualarla ördüğü sabır,
Bizim en sağlam sığınağımızdı.
Ne zaman düşsek,
Ellerini uzatan, hep o eski evdi.
Ne zaman eksilsek,
Kalbimizi tamamlayan o eski sokaklar.
Geçti şimdi zaman,
Büyüdük biz de,
Ama çocukluğumuz hâlâ Maçka’da bir sokakta,
Ahşap bir evin sıcak penceresinde,
Ve annemin dizlerinde uyuyan
O eski hayallerde saklı.
Bir kara trenin raylarında başladı bu hikâye,
Ama ne Erzurum bitti içimizde,
Ne ışığı eksildi İstanbul’un, gözlerimizde.
Biz hep bir olduk,
Farklı yollarda yürüsek de,
Aynı şefkatin, aynı emeğin,
Aynı sevdanın çocukları olduk.
Bir yanıt yazın