Bir sabah uyanıp erkenden,
Çıktım dışarı.
Henüz ortalık karanlık.
Canlı, cansız, her şey siyah beyaz.
Daha adım atar atmaz,
Gözüme takıldı.
Bir çocuk!
Eli, yüzü kirli,
Çamurlanmış elbisesi,
Kesik kesik nefesi, kısık sesi,
Gözleri yaşlı, ağlamaklı,
Belli ki yere düşmüş.
Biraz ötede, çıkmaz sokağın hemen başı,
Elinde şarap şişesi,
Perişan halde üstü başı,
Nefesi; boğuk mu boğuk, hırıltılı,
Yatmış yere, sırtı duvara dayalı,
Döşeği; ıslak parke taşları,
Yorganı, yağmur bulutları.
Muhtemel, yok arayanı soranı.
Bir adam!
Sokaklara düşmüş.
Eski barakanın önünden,
Hızlıca geçerken,
Sokağa vuruyor,
Bir lambanın kısık ışığı,
Camı kırık pencereden.
Sesler geliyor içerden;
Birkaç sarhoş ve onların eğlencesi,
Bir kadın!
Ortalık olmuş hayatını,
Unutmak için,
Attığı kahkahalar, sessiz ve derin.
Sağlı, sollu raksederken,
Sesli gülmelerdir insanı kahreden.
Kim bilir,
Bu hayata nasıl düşmüş.
Az ileride, fırından koşarak çıkan;
Yarım ekmek elinde,
Otobüs durağına koşan,
Eskimiş paltosu üstünde,
Yırtık siyah cızlavet ayağında,
Bir genç!
Daha gün ağarmadan,
Nan-ı Aziz kavgasında, yollara düşmüş.
Mesken tutmuş yokuşun başını,
Üstünde ince bir ceket, elinde bastonu,
Biraz hırpani, biraz kirli,
Karışmış saçı, sakalı,
Zayıf mı zayıf, yıkılacak üflesen,
Ayakta zor duran,
Bir yaşlı!
Daha sabahın zifiri karanlığı,
Gelip geçene el açmış,
Onlarda da var mı, yok mu bilmeden,
Günü kurtarmanın telaşına düşmüş.
Her gün, her sabah,
Şehrin sokaklarında,
İyilikle kötülük arasında,
Bir kısa yolun arafında,
Sayısız hayat, sayısız kavga,
Kimisi onursuzca, hayasızca,
Kimisi kavganın tam ortasında,
Dillere düşmüş.
Aklımda bin bir düşünce.
Düşünceler düşüyor her gece.
İnsanlık düşmüş, insanlık yerlerde.
Gördüklerim…
Bir rüya olsa keşke.
Gözlerimi usulca açsam,
Bir de baksam,
Hepsi birer karabasan.
Hiç yaşanmamış,
Sanki birer düşmüş.
Bir yanıt yazın