Altı Kırkbeşin Yükleri

Gün, henüz mahmur bakışlı.
Sonbaharın teri, yağmurlarla atışan, martı çığlıkları.
Sokaklarda yeni günün, eski ama değişmez, koşturan insanları.
Bir vapur düdüğünün çığlığıyla hızlanır adımlar.
Her yeni sabahın, aynı telaşı.
Yeni günün ilk vedası.
Sabahın altı kırkbeşi,
Kadıköy’ün Beşiktaş’a, değişmez ilk merhabası,
Her yeni günün, eskimeyen veda zamanı.
Kalkar bir rehavetle, Boğazın beyaz sakini,
İçinde eskimeyen bin bir düşüncenin, bilinmezin yükü,
Yara yara lacivertin en koyusunu,
Her yeni güne, saça saça beyazdan tuzlu bulutları,
Bir yakadan bir yakaya,
Eskimeyen zamanları, eskimeyen insanları,
Hiç durmadan taşır,
Ne yük değişir, ne de yük mahkumları.

İçeride, camın buğusunda bakarken sahile, kendisini arayan gözler,
Birbirine değmeden geçer,
Dalgın bakışlar, görünmez çizgiler çizer.
Kim bilir hangi yorgun geceden, hangi suskun sabaha…
Bir kadın, çantasına sığdırdığı hayatıyla,
Bir adam, cebinde kırışık düşleriyle,
Genç bir delikanlı, gözlerinde ilk yenilgiler,
Tutunur vapurun paslı demirlerine.
Her biri ayrı, her biri aynı,
Bir umudun, kırık dökük, tek kürekli sandalları,
Boğazın serinliğinde gizlerler,
Söylenmeyenleri, özlenenleri, kaybolanları.

Martılar, insanın içini okur, bir çığlık savurur, gökyüzüne.
Deniz, hep o aynı deniz.
Ne kadar değişse de rüzgârın yönü, hep bilir,
Hangi yürek neyi saklar, hangi göz, hangi düşü taşır sabaha.

Vapur ilerler, her dalga, içimizdeki kırgınlığı okşar,
Kimi uykulu, kimi düşünceli ama hepsi, bir sabahı daha omuzlar.
Bir kez daha başlamaya, bir kez daha tutunmaya.
Her gün, aynı suya atılan taş gibi yayılır içimizde,
Yaşamanın ağır ama vazgeçilmez halkaları.

Her sabah, vapurun demir tutacaklarına yaslanan eller,
Hayatın korlaşmış ağırlığını avuçlarında taşır.
Bir çocuğun beklediği süt kokulu sabahlar,
Bir annenin, akşamın sıcak ekmeği için, sessizce ettiği dualar,
Bir babanın, içten içe akıttığı yaşlar,
Gizlenir, denizin tuzlu rüzgarına.

Gözlerinde Boğaz’ın sularını gezdirenler,
Belki bir an olsun unutmak ister,
Hayatın kabaran dalgalarını.
Oysa bilirler,
Ne dalga durur, ne de zaman.

Bir genç kız,
Dalgaların ardına bakar.
Sevdiği gelir mi acaba?
Gelmez!
Gelmez ama, vapur taşır onun da kederini
Saklar martıların kanadında,
Denizin tuzu karışır gözyaşına.

Yaşlı bir adam, ufka diker gözlerini,
Eskiden geçtiği o yolları düşünür,
Her iç çekişinde duyulur,
Yılların yorgun adımları.
Bakar, bir daha dönmeyecek günlere,
Bakar ve susar.
Çünkü bilir, bazen hayat da susar çaresizce,
Anlamsız kalır bütün kelimeler, sessizleşir.

Bir çocuk, annesinin yanına sokulur,
Uyku ile uyanıklık arasında,
Düşlerinde bilmediği uzak kıyılar,
Belki oyun, belki hayal,
Ama o da,
Farkında olmadan, tutunur sabaha.

Bütün bunları,
Sakince, sessizce izler,
Boğazın suları.
Hangi düşünce, hangi umut, hangi hüzün, ona karışmaz ki!
Her sabah yeniden,
İnsanı insanla,
Dalgayı dalgayla,
Sessizliği sesle buluşturur,
Lacivertin en koyusunda.

Vapur,
Hep aynı rotada,
Ama her gün yeni bir yükle
Taşır insanları.
İçinde kırılmış hayaller,
Yeniden yeşeren umutlar,
En çok da,
Bir daha doğacak sabahlar için,
Direnen kalpler, bedenler.

O meftun vapur,
Yaralı ama yılmayan bir yürek gibi,
Her sabah o iskeleden, yeniden kalkar.
Dalgaları yara yara,
Sanki her sabah,
“Yine geldim” der gibi
Hayata kafa tutar.

İçindeki yolcular,
Kendi iç denizlerinde boğulsa bile,
Yine de gözlerinde bir umutla, sabah ışıltısı taşır.
Belki, çocuklarına bırakacakları küçücük bir sevda,
Belki, karşı iskelede beklenen bir güzel haber.
Ama her biri, bir umudu sımsıkı tutar.
Sanki düşerse, kendileri de düşecekmiş gibi.

Bir kadın,
Bakışlarını denize asar,
Gözbebeklerinde sakladığı cesaretle,
“Bugün de dayanacağım” der,
“Var olacağım bugün de ve kimse bilmeyecek
Kaç fırtına susturduğumu içimde”.

Bir adam,
Rüzgârda uçuşan ceketinin içinde,
Yıllardır sarsılmayan, o isyan abidesi dik yürüyüşle,
Hayatın yumruklarına gülümsemeyi öğrenmiş.
Bilir ki her sabah,
Bir direniş, bir yeniden başlamak.

Martılar,
Belki de o yüzden,
Vapurun peşi sıra uçuşurlar, çığlık çığlığa.
Bir isyan,
Ama aynı zamanda
Gökyüzüne bir meydan okuma.

Çocuk,
Henüz anlamasa da,
Annesinin elini tutarken, o kocaman küçük yüreğinde,
Bir güven, bir huzur taşır.
Bilmeden, öğrenmiştir aslında,
Direnir hayata.

Boğaza meftun o vapur,
Her sabah, yalnızca insanları değil,
İnsanların saklı yüklerini de taşır.
Boğaz, her sabah şahit olur yeniden.
İnsanın, kendi hayatına bir sabah daha,
Nasıl “evet” dediğine.

Belki de, hayat dediğin,
Bir vapurun

Her gün ve her sabah,
Suya düşürdüğü gölgedir, ısrarla.
Ne deniz yutar onu,

Ne de rüzgar söndürür.
Her sabah yeniden,
Suya düşer insan.
Her sabah
Kendi gölgesinden,
Doğar yeniden.

Çünkü bilir.
Her sabah, bütün yorgunluklara rağmen,
Yakışan en güzel şey insana;
Yeniden yürümektir,

Başlamaktır yeniden.
En çok da,

Her şeye rağmen,

Tutunmaktır birbirine.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir