Şiirler

  • Işık

    Işık hiç aydınlatmadı,
    Ne dünyayı, ne de hayatları.
    Olsaydı biraz,
    Ufak bir parçası
    Bunca karanlık, bunca siyahlık,
    Yaşamazdı, yaşanmazdı
    Yaşatılmazdı…

    Aldatmasın,
    Ne güneşin parlaklığı,
    Ne Ayın ziyası.
    Işık hiç aydınlatmadı,
    Ne aklı, ne de vicdanı,
    Olsaydı biraz,
    Ufak bir parçası,
    Bunca haksızlık, bunca ahlaksızlık,
    Yaşamazdı, yaşanmazdı,
    Yaşatılmazdı…

    Aldatmasın,
    Ne güneşin doğması,
    Ne ayın yansıması.
    Işık hiç aydınlatmadı,
    Sadece ve sadece,
    Görülmesini, görmemizi
    Sağladı.

    Işık aydınlatsaydı,
    Kararmış vicdanları, akılları,
    Siyah mı kalırdı,
    Dünyadan koparılan
    Hayatların karşılığı?

  • Matruşkadan Bedenler

    Dünya terzihanedir.
    Herkes sıraya girer.
    Ama küçük, ama büyük,
    Ölçüsünü veren gider. 
    Ölçüsüne, ölçüsüzlükleri sığdıran
    Büyük bedenler,
    Dar Dünyasında sıkışmış yüreğiyle bekler.

    Dünya terzihanedir.
    Ölçüsüne dikkat edenler,
    Ölçüsüzlüklere set çeker.
    Ölçüsünü kaçıranlar,
    Vicdan, merhamet, kul hakkı hak getire,
    Dikiş attıran, nefret tohumu eker.

    Dünya terzihanedir.
    İnsan-ı Kamil olanlara,
    Bir kuru lokma, bir hırka,
    Dikişe gerek yok,
    İpliksiz, kumaşsız,
    Bir kuru döşek, toprak yeter.

    Dünya terzihanedir.
    İnsan korkularıyla sınanır.
    Sınanan,
    Sevdikleri değildir.
    Korkularına,
    Sebep olanlar elindedir.
    Yüreğine,
    Çentik attıran sevdikleridir.

    Dünya terzihanedir.
    Herkes kendisinin terzisidir.
    Soylusu, soysuzu, hırlısı, hırsızı,
    Adamı, delikanlısı, merdi, civanı.
    Doğarken seçilir kumaşı,
    Yeter ki kesmesini bil makası.
    Nicesinin defolu ölçülmüştür bedenleri.
    Kaderleri;
    İyilik, merhamet, sevgi misali,
    Kördüğüm olmuş iplerin zordur açılması.
    İz bırakan, dikiş tutturamayan,
    Yamak olmadan terziliğe soyunan,
    İplik görmemiş, ucu kırık iğnelerdir.

    Dünya terzihanedir.
    Hüzün, keder, öfke,
    Sevgi, mutluluk, neşe
    İç içedir.
    Her insan için ölçülmüş dikilmiştir.
    Uyar ya da uymaz!
    İnsan yaşadıkça sınandıkça,
    Ama renkli, ama solgun,
    Ama yüreği bol, ama ruhu dar,
    Ama kaftanı, ama kefeni,
    İster kadife ister patiska kumaşı,
    Elbette ki sarar günün sonunda,
    Gelip geçenleri, yitip gidecekleri,
    Yakışıp, yakışmadığını bilmeden bu hayata,
    Maskeleriyle kalanlar baş başa,
    Matruşkadan bedenlerdir.

  • Kavuşmak

    Kavuşmak…
    Bir sıla hasretiyle,
    Yürekler yorgun atarken,
    Yolların bayırı, çukuru,
    Dikenli otlar gibi batarken,
    Çıplak ayaklarda nasırdan tabanlar,
    Bir deli aşık gibi,
    Hedefsiz yollara vururken,
    Bittiğini göremeden,
    Hasret ve huzurla gözleri kapatmak.

    Kavuşmak…
    Bir deli rüzgarın savurduğu,
    Yaprağın sarhoşluğunda,
    Uzaklardan kalkmış gelen,
    Kıskanç dalgaların sabırsızlığında,
    Tane tane yüreğime vuran,
    Gözyaşlarımdan daha dost,
    Yağmurun ıslaklığında,
    Beyhude kavgaların verdiği,
    Acı ve huzur dolu,
    Yanmaların kucağında,
    Sahilin kumlarında silinen,
    Yazılarda kaybolmak.

    Kavuşmak…
    Salaş iskelenin ucundaki,
    Kayığın kördüğüm bağında,
    Umutla harmanlanmış,
    Duaların çıktığı dudaklarda,
    Yorgun, sessiz, sıcak nefesin buğusunda,
    Hayatla kavganın onurlu telaşında,
    Anlamaya çalışmadan hayatı,
    İsyanlarını bastırmak.

    Kavuşmak…
    Seherin, o vakur sakinliğinde,
    O sessiz, yalnız siyahın,
    Henüz çıkarmadığı aydınlıkta,
    Yavaş yavaş doğan günün,
    O sakin, o temiz ışığında,
    Siyahla beyazın kavgasında,
    Sıçrayan çamurların, lekelerin,
    Bıraktığı yaralarla vedalaşıp,
    Doğan güneşle arınmak.

    Kavuşmak…
    Eskide kalmış sınavların telaşında,
    Yıllar geçtikçe, biriken soruların ağırlığında,
    Seçenekleri olmayan,
    Ya hep, ya hiç cevaplarda,
    Bir içimlik çayla,
    Bir sıkımlık canın aralığında,
    Demini almış yürekle,
    Ruhu Hakk’a uğurlamak.

  • Denizce Öğüt

    Uzak dur sakin limanımdan.
    Kavgalarını bırak da gel kirli okyanuslarda.
    Sokulma sinsi sinsi,
    Sessiz gönül denizime.
    En azından, bırak çocuklar
    Mutlu olsun sevgi gemisinde.

    Taşıdığın küfür kıyamet yüklerini,
    Kabul etmez hiç bir vicdan Kaptanı,
    Yol bulamazsın kör pusulanla,
    Dümenin dönmez istesen de nefret yönüne,
    Ne iskele ne de sancak,
    Hiç bir yön göz kırpmaz sana.
    Öfke dalgalarında kaybolur,
    Batarsın masumiyet denizinde.
    Bırak, en azından çocuklar
    Mutlu olsun, sevgi gemisinde.

    Yitirirsin yönünü, kaybolursun.
    Fenerin söner, yıldızlar kararır karanlık gökyüzünde.
    Aydınlık olmaz sana ruhun körelmişse.
    Can yeleğin tutmaz elinden,
    Kabul etmez deniz.
    Can korkusuyla yüzsen de,
    Can yeleğin hak getire.
    Deniz sarar seni,
    İlahi adalet olur dalgalar.
    Çocuklar, bırak en azından
    Mutlu olsun, sevgi gemisinde.

    Vefayla ördüğüm halatları,
    Duygu yoksunları bağlayamaz.
    Kopar sanma urganı,
    Her bir sarımı, bin dostun
    Terleriyle karıldı.
    Bu bağları; fırtına, rüzgar hak getire, boranlar koparamaz.
    Bırak, çocuklar en azından
    Mutlu olsun, sevgi gemisinde.

    Ve Çocuk…
    Kirletmez yüreğini,
    Kirlense de eli yüzü,
    Hiç büyütmez öfkesini,
    Çünkü çocuktur kalbi.
    Hiç yitirmez masumiyetini,
    Su gibi temiz,
    Deniz gibi mavidir sevgisi.

  • Nasihat

    Hiç gereği yok.
    Hem de hiç!
    Düşürme gözlerini yere.
    Ya da düşür, boş ver.
    Utanma!
    Sıkma dişlerini.
    Yoksa bir canın hakkı üzerinde,
    Huzurlu ol, huzur dolsun yüreğine.
    Omuzlarında bir yük değilse,
    Yaptıkların, iyilikler, güzellikler,
    Ve bir sevda ise;
    Dolan yaşlar gözlerinde,
    Bir kavganın, bir duanın sesidir,
    Düşenler diline.
    Merhametin o büyük duvarı,
    Harçsız, sıvasız, kumsuz ve susuz,
    Öylesine karışmıştır öylesine.
    Sevgidir hepsini yoğuran,
    Ayakta tutan,
    Yıkılmaz yapan.
    Sokaklar, yollar, gidilesi uzaklar,
    Bedenler, ayaklar, öpülesi canlar,
    Tutulan eller, gülümseyen yüzler,
    Hepsi aynı bedende, hepsi bir tende.
    Bu hayatta tek doğru olan şey,
    Yüreğindir.
    Kavgaların, öfkelerin,
    Sevmelerin, küsmelerin,
    Hatıralar, duygularında savrulan kayıp küllerdir.
    Ya yüreğinde yandıkça alevlenir,
    Ya da düşüncelerinde sessiz sessiz sönümlenir.

    Gelecekteki engellerin,
    Geçmişteki tereddütlerindir.

  • Zaman

    Ah acımasız zaman!
    Bi cesaretimi toplasam,
    Kendimde o büyüklüğü bi görsem,
    Sormaz mıyım sana!
    Nerede çocukluğum, nerede gençliğim?
    Sana mecbur kaldığım yıllarım,
    Nerede?

    O baharların, rüzgarla koşturduğu mutluluklarım.
    Yazları denizin kenarında, tozla karışık ıslatan terlerim.
    Bir dumanlı sobanın etrafında, ısıtan kışlarım,
    Hani nerede?

    Taşı, kayayı toza çeviren.
    Siyahı, sarıyı beyaza boyayan.
    Ağacı, yaprağı kurutan.
    Koştururken yürüten,
    Yürütürken yatıran,
    Bir varmış bir yokmuşun,
    Hem evvelinde, hem kalbur samanında,
    İster hayal, ister gerçek,
    Kimine damla, kimine umman,
    Acı ya da tatlı,
    Herkese masal yaşatan.

    Gidenlerin, gelenleri bilmediği,
    Gelenlerin, gidenleri bildiği,
    Geçerken anı, gelirken muamma olan,
    Canlı cansız, bilinen bilinmeyen,
    Sıralı sırasız, gelmesi gerektiği gibi gelen,
    Kimine öğüt, kimine isyan, kimine yalan.

    Rüzgar olup eserken,
    Değirmen taşı Dünya dönerken,
    Yaşanmış, yazılmış her şeyi öğüten,
    Toza toprağa karıştırıp, üstünü örten,
    Neye göre, kime göre bakmadan,
    Her şeyin tek ilacı olan,
    Meçhul bir noktaya doğru akan,
    Mutlak sahibin ödünç verdiği,
    Zaman.

  • Dostun Olmalı

    Bu dünyada dostun olmalı.
    Yüreğini senden daha iyi tanıyan,
    Öfkelenmeni huzurla karşılayan,
    Gülmelerini anlayıp da, mendil hazırlayan,
    Bir dostun olmalı!

    Bu dünyada dostun olmalı.
    Giderken sonu belirsiz kavgalara,
    Çatılmış kaşları, sıkılmış yumruklarıyla
    Yanında olan.
    Küfürler, beddualar dökülürken dilinden ağzından,
    Elleriyle ağzını kapatan.
    Kesik çiziklerine sargı bezi, bant, merhem
    Yara berelerine pansuman,
    Bir dostun olmalı!

    Bu dünyada dostun olmalı.
    Aşık olup da ağladığında, sana omzunu uzatan.
    Tükenene kadar hıçkırıkların, iki büklüm yanında oturan.
    Bağırmalarına, isyanlarına kucak açan.
    Mey sofralarında sabahlarken sen,
    Sabır ve tebessümle saçlarını okşayan,
    Sızınca sırtına alıp, evine taşıyan,
    Bir dostun olmalı!

    Bu dünyada dostun olmalı.
    Vakitli vakitsiz aramalarında,
    Feryat edip de haykırdığında,
    Başın sıkışıp da ağladığında,
    Sana koşan.
    Çaresizlik içinde savrulurken sen,
    Kör kuyuların, girdapların içinden
    Çekip alan.
    Kem gözlere, bed sözlere, kör kurşunlara,
    Siper olan.
    Bir dostun olmalı!

    Bu dünyada dostun olmalı.
    Anana babana sen, yavukluna ağabey,
    Kardeşine kardeş, ailene baba olan.
    Vururken sana yağmur, kar, fırtına, boran,
    Üzerine kapanıp da seni saran, sarmalayan, koruyan,
    Nefesi yettiği kadar ısıtan,
    Bir dostun olmalı!

    Bu dünyada dostun olmalı.
    Son demde yanında olup da elini tutan,
    Musalla taşında başından ayrılmayan,
    Son yolculuğunda kefenleyip de seni uğurlayan.
    Hiç olmazsa ayda bir, olmadı senede bir toprağını sulayan.
    Felak, Nas, Fatiha, Kur’an,
    Ya da Zebur, Tevrat, İncil okuyan.
    İster soldan, ister sağdan,
    İnanan ya da inanmayan.
    Ama delikanlı mı delikanlı, adam mı adam,
    Bir can dostun olmalı!..

  • Bir Umudum Var

    Bir umudum var,
    Bahar rüzgarlarının serinliğine bürünmüş, estiğinde üşütmeyen,
    Gözlerimin derinliklerine ince bir ışık gibi süzülen,
    Gecenin en karanlık anında, bir yıldız gibi titreyen, sönmeyen…

    Bir umudum var,
    Kirpikleri nisan yağmurlarına bulanmış, toprağın derin uykusunda
    filizlenen,
    Göğe uzanan incecik bir fidan,
    Kökleri kırık zamanlara, dalları yarınlara değen…

    Bir umudum var,
    Dağların doruklarında saklı, rüzgarlarla dans eden kelebekler gibi
    narin,
    Adını bilmediğim uzak denizlerde sessizce dalga kıran,
    Ama yine de, göç yolunu şaşırmış kuşlar gibi yolunu arayan…

    Bir umudum var,
    Avuçlarımda tutamadığım, ama ellerimden kayan ırmak gibi her gün yeniden
    doğan,
    Sessiz gecelerde Ay ışığıyla konuşan,
    Her sabah, Güneşin ilk bakışında kalbimde filizlenen…

    Bir umudum var,
    Zamanın yorgun yüzüne su gibi dokunan,
    Paslanmış kapıların aralığından bir ışık hüzmesi gibi içeri sızan,
    Ve yıkılmış duvarların arasında, tek kır çiçeği gibi açan…

    Bir umudum var,
    Sözcüklerin tükendiği yerde, sessizliğin içinden bir çığlık gibi doğan,
    Kırık dökük bir kemanın titreyen telinden yükselen,
    Ve güçlü bir ses gibi rüzgara karışan…

    Bir umudum var,
    Bir çocuğun gözlerinde saklı,
    Henüz ağlamamış bir gözyaşı,
    Henüz kirlenmemiş bir gülüş gibi saf ve dingin…

    Bir umudum var,
    Geceler boyu yıldızlarla konuşan,
    Ve sabah olunca gözlerimi kamaştıran altın renkli bir gün doğumu gibi,
    Karlarla örtülü bir vadide ilkbaharın ilk soluğu gibi
    Ansızın gelen ve her şeyi değiştiren…

    Bir umudum var,
    Yorgun gemilerin fırtınalı denizlerden sağ salim döneceğine dair,
    Ve ellerini unutmuş bir sevgilinin, bir gün yine ait olduğu avuçları
    bulacağına dair,
    İnce bir inanç, sönmeyen bir kandil gibi içimde yanan…

    Bir umudum var,
    Kışın en sert rüzgarında içimi ısıtan,
    Ve soğuk gecelerde gözlerime, derin bir uyku gibi inen,
    Bir sıcaklık, bir sığınak, belki de hayatın kendisi kadar kırılgan ama
    bir o kadar güçlü…

    Bir umudum var,
    Belki de bütün yollar tükenmişken,
    Ansızın beliren ince bir yol gibi,
    Beni kendine çağıran ve “devam et” diyen…

    Bir umudum var,
    Kendi içimde sakladığım, adını kimsenin bilmediği,
    Ve belki de sadece, kalbimin en sessiz köşesinde,
    Her gün yeniden doğan…

    Bir umudum var,
    Günlerden bir gün, rüzgar durduğunda,
    Kırık dallar yeniden çiçek açtığında,
    Ve zaman, yorgun gözlerime
    Bir gülüş gibi dokunduğunda,
    O zaman anlayacağım;
    Taşın kalbinde saklı o su damlasını,
    Geceyle gündüzün kavuştuğu o anı,
    Ve en çok da,
    Yalnızlığın bile yenemediği
    İnsan sesini…

    Evet,
    Bir umudum var,
    Ve o umutla
    Yeniden yürür dünya,
    Yeniden uyanır kuşlar,
    Ve yeniden
    Sever insan,
    Tüm kırgınlıklarına rağmen…

  • Varsın Olsun

    Varsın bugün mağlup olsun
    Gökyüzü.
    Ağlasın üzüntüsünden,
    Boşalsın yağmurlar sicim gibi,
    Doysun toprak, kansın
    Yeryüzü.

    Varsın bugün mağlup olsun
    İyiler.
    Delirsin öfkesinden
    Masumlar,
    Atılsın çığlıklar, gitsin uzaklara,
    Bassın bağrına, ağlasın
    Gözler.

    Varsın bugün mağlup olsun
    Çocuklar.
    Kahrolsun nasırlı yürekler,
    Kaybolsun, daha doğmayan
    Umutlar.
    Tutmasın, salınsın,
    Yitip giden hayatlar.

    Ama bilmez misin?
    Tohum her düştüğünde toprağa,
    Yeniden ve yeniden,
    Filizlenir fidanlar.
    Suyu da bulur,
    Umudu da.
    Yeniden ve yeniden,
    Yeşerir de yeşerir.
    Dallanır, kök salar,
    Barışır hayatla.
    Ta ki, bir sonraki
    Kavgaya kadar.

  • Saklanan Çocuk

    Sobelenmedi hâlâ,
    Saklanıyor içimdeki çocuk.
    Binmiş uçurtmanın sırtına,
    Bakıyor gökyüzünden;
    Oyundan çıkan,
    Sobelenmiş, öfkeli, kırgın insanlara.

    Bir bulutun arkasında,
    Saklıyor en parlak gülüşünü.
    Korkuyor büyümekten,
    Korkuyor susmaktan,
    Avuçlarında ufak beyaz taşlar,
    Hâlâ denize atılmamış, bin bir renkli düşler.

    Koşuyor rüzgâra karşı,
    Ayakkabısız, belki yaralı.
    Ama inatla,
    Toprağın kokusunu unutmadan,
    Yüzünde yağmur izleri,
    Arıyor saklandığı yerden,
    Kendini bulacak bir oyun daha.

    Bir ev yapmış kendine gölgelerden.
    Penceresi yıldız, kapısı rüzgâr,
    Dışarıda unutanlar,
    İçeride hâlâ inananlar var.

    Avuçlarında masal kırıntıları,
    Dilinde söylenmemiş şarkılar,
    Suskun, ama umudu hâlâ diri,
    Küsmemiş kendi sesine, bir tek kendisi.

    Bakıyor usulca dalların arasından,
    Kırılmış salıncaklara, unutulmuş seslere,
    “Gel” diyor, “birlikte saklanalım,
    Bu sefer, belki bulamazlar bizi…”

    Saklanıyor içimdeki çocuk.
    Renkli tebeşirlerle çiziyor hayaller,
    Sıvası dökük, çatlamış duvarlara çiçekler,
    Yeniden yapıyor, kahkahalardan uçurtmalar.

    Sobelenmedi hâlâ,
    Yanağında, güneşten utangaç bir gamze.
    Koşuyor, gözlerimin en derin köşelerine.
    Her şeye rağmen,
    Sevmeyi bilen, inanan hâliyle.

    Bilir ki
    Her saklanan,
    Bir gün bulunur.
    Ama içimdeki çocuk,
    Belki de bulunmak istemez.
    Çünkü saklanmak,
    Bazen güzeldir büyümekten.

    Bir gün belki de,
    Gökyüzünden atlayacak cesaretle.
    Dünyanın bütün kırgın insanlarına,
    Teklif edecek bir oyun daha:
    “Haydi gelin, en başından,

    Yeniden başlayalım, hep birlikte…”