Şiirler

  • Hasret Açacağım

    Gittiğim her yerde hasret açacağım.
    Ağıt yakacak, düşerken yapraklarım.
    Özlemler sulayacak ümitlerimi.
    Bir bahar yağmuruyla başıma konacak.
    Islanacak yüreğim, gözyaşlarımdan önce.
    Bilenler seslenecekler,
    Birlikte ağlayanlar benimle.
    Haykıracaklar bana:
    O ufuksuz bekleyişler,
    O sebepsiz hasretler,
    Müjdeler olsun, sürgün günlerin bitti.
    Kaç sabahları birlikte uyandırdım,
    Kaç defa güneşin üstünü örtüp,
    Yıldızları okşadım.
    Dinlerken dalgalar sessizliğimi,
    Kaç martının kanatlarına dayandım.
    Düşüncelerimin kovuğunda,
    Sapını, çöpünü, tane tane taşıyıp döşediğim,
    Düş yuvasında büyütüp, beslediğim,
    Seslerimizi gökyüzüne,
    Yeni bir günün şafağında,
    Uçurduk birlikte…
    Daha rüzgarları tanımadan,
    Daha yağmuru, karı, fırtınayı bilmeden,
    Her biri duru,
    Her biri saf,
    Her biri daha körpe,
    Dört farklı yöne,
    Sevgiye, hasrete, ümide,
    Bir de özgürlüğe,
    Kanat çırptı her biri.

  • Habiller Kabiller

    Adem’den olma,
    Havva’dan doğma,
    Zıtlıklar içinde,
    İki beden,
    İki can.
    Ölüden diri,
    Diriden ölü,
    Çıkaran.
    Cennet Cehenneme
    Varmadan,
    Bu Dünyada
    Bir zor imtihan.

    O yüzden;
    Habil kalemdir,
    Kabil silah.
    Habil kuran,
    Kabil yıkan.
    Habil üreten, yapan,
    Kabil sömüren, çalan.
    Habil hayat,
    Kabil ölüm.
    Habil umut, vicdan, iyimser,
    Kabil kör nefis, karamsar, kötümser.
    Milyonlarca Habil,
    Milyonlarca Kabil,
    Geldi geçti Dünyadan.
    Elbette,
    Bir bildiği vardır.
    Kimse, nizamı kuran.

  • Kapat Kardeşim

    Kapat kapıyı kardeşim.
    Kalsın bütün pislikler ardında,
    Bütün kötülükler arkasında,
    Taşımasın kimse içeri,
    Öyle sıkı sıkı kapat,
    Açılmamacasına.

    Kapat pencereyi kardeşim.
    Kalsın bütün bağırış çağırış ardında,
    Bütün küfürler, kavgalar arkasında,
    Duymasın kimse içerde,
    Öyle sımsıkı kapat,
    Açmamacasına.

    Kapat perdeyi kardeşim.
    Kalsın bütün karanlıklar ardında,
    Bütün soğuk geceler arkasında,
    Bakmasın kimse içerden,
    Öyle sıkıca kapat,
    Açtırmamacasına.

    Kapat gözlerini kardeşim.
    Kalsın bütün korkuların ardında,
    Bütün endişelerin arkasında,
    Bakmasın kimse sana,
    Öyle sakin kapat,
    Açma.

    Kapat yüreğini kardeşim.
    Kalsın bütün öfkeler ardında,
    Bütün kin ve nefret arkasında,
    Bakmasın kimse içine,
    Öyle istekli kapat,
    Açtırma.

  • Babil’in Çocukları

    Sarı toprağın sonsuzluğunda,
    Dinmek bilmiyor kan yağmurları.
    Ebabil kuşlarının çakıl taşları değil;
    Kadim yurda göklerden yağan,
    Soğuk ölüm gecelerinde,
    Barut kokuları, çöl kurşunları,
    Dünyanın yedi büyük utancı.
    Milyonlar tanık.
    Bu topraklarda yazıldı,
    Babil’in asma mezarları.

    Kimlerin hangi kölelerin alındı,
    Lanetleri, bedduaları, günahları?
    Babil’in saraylarında, duvarlarında
    yankıları.
    Bebeklerin, çocukların sessiz çığlıkları,
    Annelerin babaların ağıtları,
    İhanetlerle süslenmiş dört bir yanı,
    Günah dolu Babil’in kadim toprakları.

    Babil’in oyun bahçesinde;
    Filistin’den Yemen’e,
    Bağdat’tan Aden’e,
    Bombalar raks ediyor,
    Ninova’nın gözü yaşlı gökyüzünde.
    Ölüm kutsanıyor her gece.
    Tüm insanlık dinliyor,
    – 1001 – gece yalanları,
    Fizan’dan Necef’e,
    Bedenler ekilir çıkmaz fidanları.
    Tüm Dünya kör, sağır, dilsiz,
    Kıpırdamadan bekliyor,
    Bakıyor,
    Ruhsuz, duygusuz, tepkisiz,
    Babil’in yalnız çocukları,
    Yüzyıllardır sahipsiz.

    Bayramlar kutlanır, kölelik kutsanır.
    Beyazlar içinde küçük çocuklar,
    En yakın oyun arkadaşları.
    Anne olur kolları, babadır bacakları.
    Elele tutuşmuşlar mermilerle,
    Yarışıyorlar, koşuyorlar.
    Oyunun sonu hep biter kavgalı.
    Ya kolu ya da bacağı,
    Ayrılır küçük bedeninden,
    Bilmeden, hissetmeden,
    Ve dahi gözyaşlarını dökemeden, yaşayamadan.
    Babil’in ayrılık oyunudur bu,
    Nebukadnezar’dır başlatan.
    Sargon’dan Musa’ya,
    Sahipsiz Kudüs’ün esir tahtı…
    Sessiz ve dalgın Kutlu Şehrin sokakları.
    Babil’in doğan her çocuğu;
    Birlikte oynar, el ele tutuşur,
    Bilir bu kuralı.
    Nil’den Fırat’a durduramaz
    Akan kanı.
    Belki yarın değişir umuduyla,
    Her sabah uyanıp yeniden koşarlar,

    Birazdan onlar da sobelenecekler…
    Halbuki çok emindiler!
    Siyah dumanların arkasına,
    Onlar saklanmıştı.
    Babil’in solmuş çocukları…
    Sadece beyaz elbiseleri görülürdü…
    Olsun belki bir umut,
    Bulut sanıp bırakırlardı…
    Çocuk annelerin öksüz çocukları,
    Onlar ölümü sobelenmek sandı.
    Nesillerce bu oyunla büyütüldüler.
    Dedeleri, neneleri, kendileri,
    Büyütülecek var daha niceleri.
    Bu toprakların asil köleleri,
    Beyazlar içinde gelecek nesilleri,
    Zeytin Dağından bakıyorlar,
    El ele, sahipleri bir de kuzenleri.

    Babil’de vicdan, onur, namus katili kuzenler.
    El çırpıyor, alkışlıyorlar,
    Çocuklar sobelendikçe gülüyorlar.
    Yürekleri kör nefsinin kölesi,
    Kara vicdanlı.
    Akıyor çeşmelerinden neftin yağı.
    Şerefsizliğin şerbet olduğu,
    Siyah renkli, irin aromalı.
    Babil’in çöllerinde, ağıtsız şehirlerinde,
    Her gün her gece,
    Uyurken çığlıkların sessizliğinde,
    Sobelenen çocukların körpe bedenleri.
    Belki de inandıkları oyun bu.
    Yüzyıllar öncesinden gelen.
    Diri diri gömmek yerine,
    Sobelenen çocukların gömülmeleri.

    Babil’de, Mezopotamya’da,
    Yemen’de, Hicaz’da.
    Milyonlarca,
    Sobelenmeyi bekleyen Babil’in çocukları,
    Hepsi beyazlar içinde.
    Oyunun kuralı değişmedi.
    Bugün göz yumanlar,
    Yarın ebe olacaklar.
    Ve sonra sonunda,
    Onlar da,
    Sobelenecekler.

    Ne tuhaf bir oyun!
    İki defa sobelenip de,
    Hiç yok isyan eden.
    Mızıkçılık yapıp da,
    Çıkan yok oyundan.
    Kırmızı mendil geziyor,
    Elden ele.
    Nasıl bir oyun bu?
    Bu oyunda körebeye ip bağlayanlar,
    Ali Baba ve Kırk Haramiler.
    Gez, göz, arpacıktan tekerlemeler.
    Noel Babadan hediyeler.
    Bombalar, kurşunlar, mermiler.
    Ağıt yakan diller…
    Beyaz kefensiz çıplak bedenler…
    Binler…
    On binler…
    Yüz binler…

    Keşke herkes bilseydi.
    Anlatılan masalların,
    Sonunda yok gökkuşağı.
    Atlarıyla gelen iyi adamlar da.
    Hangisi yanlış hangisi doğru?
    Hiç bilmeden,
    Gökkuşağının doğduğu yere,
    Gidenlerdi.

    Ufak bir balon uçuyor.
    Siyah dumanların arasında,
    Görünüyor.
    Yükseliyor gökyüzünde Babil’in.
    Yüklenmiş umutları, tüm masumiyetiyle.
    Direniyor, çırpınıyor.
    Nefes olacak, hava verecek bir el olsa keşke.
    Sönmek üzere…
    Beyazlar içinde, el sallıyorlar.
    Babil’in çocukları umutla, bekliyorlar…

  • İtiraf

    Ezberimde olan kelimeler değil bunlar.
    Çocukken öğretilen kelimeler değil!
    Sonradan duyduklarımdan hepsi;
    Katil, cinayet, kan,
    Kurşun, bomba, düşman,
    Soykırım, cani, talan.
    Çocukken, duymadık biz.
    Biz, bunları duyanlardan değildik!
    Bunları duyanlar;
    Doğdukları günden itibaren duyanlar,
    Bir su, bir ekmek, bir hayat gibi duyanlar,
    Bir oyuncak, bir oyun, bir kalem gibi duyanlar,
    Farklı diyarlarda, farklı yuvalarda doğanlar.
    Bin bir gece masalları, kanla yazılanlar.
    Kahverengiymiş çamurdan yüzü,
    Griymiş tozdan saçları,
    Kırmızıymış yaraları,
    Maviymiş, mormuş ayakları,
    Gökkuşağı olmuş bedeni.
    Son dinlediği ninni, annelerin çığlıkları.
    Ruhu bakarken,
    Kör, sağır insanlığa,
    Gülüyordu yüzü, anlatılan masallara.
    Bizler de oradaydık.
    Şahit gökyüzü, yeryüzü.
    Hep olduğu gibi,
    Büyük bedenler içinde,
    Olmayan yüreklerle,
    Ama sadece dinledik,
    Kan nağmelerini birlikte.
    Sıralanmış, duvarın önünde
    İnsanlık, tek ayak üstünde.
    Gözler kapalı ve bilinçli suskunluk!
    Kıyafet olmuş sessizlik.
    Kapandım ben toprağa,
    Yağmurlar yağsa da, yağmasa da,
    Tohumları sulayan,
    Dökülen kandır, kana kana.

  • Üçüncü Mevkiinin Yolcuları

    Üçüncü mevkiinin,
    Tam kapanmaz kapıları.
    Hep aralık kalır,
    Yarı açıktır pencereleri,
    Zorlar, kösele olmuş nasırlı elleri.
    Bir sıcak, bir soğuk,
    Yılların sıkışmış contaları,
    Savrulur perdeleri.
    Rüzgâr alır,
    Tüneller karanlık, gün ışığı özlenir,
    Çıkarken aydınlığa, toz, duman, kir,
    Dolar vagona,
    Yolcuların üstüne siner, kokusu kalır.
    Disiplinli, sert bakışlı kondüktör,
    Fiyakalı üniforma, boyalı ayakkabı.
    Kolay değil,
    Yokluktan binmiş kaçağı, çakalı,
    Hep kontrol, hep kontrol,
    Görev bu ya, layıkıyla yapmalı.
    Tek yöne alınmış biletler,
    Benzer birbirine yolcuları,
    Hep arkadadır vagonları,
    Aynı katarda, aynı yolda,
    Farklı olsa da
    İnilecek durakları,
    Ucuz mu ucuz aynı biletle,
    En arkada kaderleri.
    Bir lokma, bir hırka,
    Dilde hep aynı dua.
    Demiri döven,
    Demirden yollar yapan,
    Nasırlı eller, yorgun bedenler,
    Ağır ağır yol alır.

  • Bu Kapı

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Bekleme sakın,
    Şenlik ola, ses ola.
    Duyacağın tek ses,
    Nefsinle olan kavgandır.

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Varken paylaşır,
    Yoklukta sınanır.
    Elbet, şükür bir dua.
    Varsa, kalpte atandır.

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Dökülen emek, ter,
    Hakkın karşılığıdır.
    Varsa hakka riya,
    Sonu, kayıp hüsrandır.

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Nasibin, kısmetin,
    Varsa, sana yazılandır.
    Yoksa yazında, sızlanma.
    Sana ulaşan, hayırlı olandır.

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Misafirdir dünya ehli,
    Azığıdır, sırtta yüklendiği.
    Ne eksik, ne fazladır,
    Doğrusu, mizanda tartılır.

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Beşere, terbiyedir sabır,
    İnsanı, insandan ayırır.
    Bilse, sonu mükafattır,
    İnsan-ı kamilin nişanıdır.

    Bu kapı,
    Vardan yoka açılır.
    Terle ektiği nedir, emekle suladığı nedir,
    Sabırla büyüttüğü nedir, sonunda aldığı nedir?
    İnsan,

    Bunları düşünendir.

  • Akıp Giden

    Taşı, kayayı toza çeviren.
    Siyahı, sarıyı beyaza boyayan.
    Ağacı, yaprağı kurutan.
    Koştururken yürüten,
    Yürütürken yatıran,
    Bir varmış, bir yokmuşun,
    Hem evvelinde, hem kalbur samanında,
    İster hayal, ister gerçek,
    Kimine damla, kimine umman,
    Acı ya da tatlı,
    Herkese masal yaşatan.

    Gidenlerin gelenleri bilmediği,
    Gelenlerin gidenleri bildiği,
    Geçerken anı, gelirken muamma olan,
    Canlı cansız, bilinen bilinmeyen,
    Sıralı, sırasız, gelmesi gerektiği gibi gelen,
    Kimine öğüt, kimine isyan, kimine yalan.

    Rüzgar olup eserken,
    Değirmen taşı Dünya dönerken,
    Yaşanmış, yazılmış her şeyi öğüten,
    Toza toprağa karıştırıp, üstünü örten,
    Neye göre, kime göre bakmadan,
    Her şeyin tek ilacı olan,
    Meçhul bir noktaya doğru akan,
    Mutlak sahibin ödünç verdiği
    Zaman…

  • Şu Dünyada

    Herkesin, bir gemisi var şu Dünyada.
    Kimisi hayallerini,
    Kimisi hüzünlerini,
    Yüklemiş anılarına.
    Yüreğinde taşıdıkları,
    Kimisinin sevinci,
    Kimisinin korkuları kadar.
    Çabası, gayreti;
    Fırtınalarda, kasırgalarda,
    Sağlı sollu vuran,
    Azgın dalgalarda,
    Batırmadan o gemiyi,
    Varabilmek, bağlanabilmek,
    O son limana,
    Huzurla, mutlulukla.

    Herkesin, bir kalemi var şu Dünyada.
    Kimisi renkli,
    Kimisi siyah beyaz,
    Yazıyor durmadan kendisini.
    İster, hece hece oku,
    İster, çizerek üstünü altını.
    Çabası, gayreti;
    Silinmeden yazdıkları,
    Tükenmeden çizgileri,
    Virgülüne, ünlemine,
    Ama baştan savma,
    Ama dikkat ederek,
    O son noktayı koyabilmek,
    Kırılmadan kalemi.

    Herkesin, bir nefesi var şu Dünyada.
    Her cana, sayılıdır nefes.
    Kimin, kaç kez alacağını,
    Bu Dünyada kimse bilemez.
    Bu Dünyanın,
    Varı yoğu,
    Azı çoğu,
    Peşi sıra koşturur,
    İnsanı nefsi.
    Misafirlik baki değil,
    İki nefes arası,
    Kısa bir heves.
    Kalp kırmaya,
    Kul hakkı yemeye,
    Bed söz söylemeye,
    Bu Dünya değmez.

    Herkesin, bir hayatı var şu Dünyada.
    Hayat ders verir,
    İnsan ders alır.
    Bilir ki, hayat kısadır.
    Bütün hatalar için yok zaman,
    Başkalarının yaşadıklarından,
    Biriktirir fazladan,
    Bilir ki, yaşanacak can solmadan,
    Gelmeden başa,
    Hazır olmalı bir başına,
    Çaresizce kalmadan,
    Tüm yaşanmışlıkları,
    Biriktirmeli insan.

    Herkesin, bir kavgası var şu Dünyada.
    Kimisi, emeklerinin teriyle,
    Kimisi, düşüncelerinin erdemiyle,
    İnanmışlığın onurlu, dik duruşuyla,
    Vardır bu hayatta.
    Kazanmak ya da kaybetmek,
    Yok bu sınavda.

    Herkesin, bir çiçeği var şu Dünyada.
    Ya, koklar her gün,
    Nazarlardan saklar,
    Ya da, bilmez kadir kıymet,
    Koparır atar.
    Bilse kokusunu,
    Bırakmaz, her gün sular.
    Olursa, güzellikten, sevgiden bihaber,
    Nasipsiz, kısmetsiz,
    Boşlukta yaşar.

    Herkesin, bir sözü var şu Dünyada,
    Ya, sessiz sessiz anlatır,
    Ya da, çığlık çığlığa bağırır.
    Kimisi bakışlarıyla,
    Kimisi tavırlarıyla,
    Ya, hece hece yaşatır,
    Ya da, gemi azıya alır.
    Hiçbiri devam etmez,
    Son nokta, son nefese kalır.

  • Birlikte

    İzin verin, birlikte yürüyelim.
    Kirli, çamurlu yollarda,
    Soğuk, rüzgarlı havalarda,
    Birbirimize; çelme takmadan,
    İtip, kakmadan.
    Kurda, çakala, sırtlana,
    Hiç bir neferimizi kaptırmadan,
    Isırtmadan,
    Kol kola,
    Birlikte yürüyelim.

    İzin verin, birlikte koşalım.
    Birbirine çarparken kollarımız,
    Karışsın alın terlerimiz, emeklerimiz.
    Suya hasret dudaklarımızla,
    Tebessümleri uçururken,
    Birlikte koşalım.

    İzin verin, birlikte gülelim.
    Bayramları, düğünleri, halayları,
    Coşkuyla yapalım.
    Kahkahaları, gülüşleri,
    Dipsiz kuyulardan gelir gibi,
    Derinden candan, öylesine içten
    Atalım,
    Birlikte gülelim.

    İzin verin, birlikte ağlayalım.
    Omuzlarımızı ayırmadan,
    Her yaslandığımızda, benim diyerek;
    Derdi, tasayı, üzüntüyü ayrıştırmadan,
    Bizim diyerek;
    Tüm insanlığımızla göz yaşı döküp,
    Birlikte ağlayalım.

    Tek yürek!
    Tek nefes!
    Tek vücut!
    Hep birlikte, biz olalım.